Deniz Yücel: “Depremde 130 Bin Canımızı Yitirmişiz, Yazıklar Olsun Sizin Yalan Siyasetinize!” Videolu Haber
SEÇKİNHABERTV- CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel:
-“30 Ocak günü bu ülkenin hukuk ve siyaset tarihine bir utanç günü olarak yazılacaktır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin, Can Atalay ile ilgili kararı TBMM Genel Kurulu'nda okundu. Okunan karar ne hukuka uygun, ne de usule. Milletvekilliğinin düşürülmesi için Anayasamıza ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğüne göre kesinleşmiş hüküm gereklidir. Milletvekilliğinin düşürülmesi için gereken ‘kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı’ bulamayan iktidar, hukuk ve usul tanımamazlıkta kendisini bile aştı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı’nın imzası ile gönderdiği yazıyı Meclis’te okuttu. Yargıtay kararının bu şekilde Meclis’te okunması ve milletvekilliğinin düşürülmesi hukuken ve Anayasal olarak yok hükmünde. Yapılanların vicdanen, hükmü zaten yok!”
-“Anayasa'nın, 153'üncü maddesi der ki; ‘Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar!’ Anayasanın 153. maddesi bu kadar açıkken; Anayasanın bu hükmünü uygulamamak, seçilmiş bir milletvekilini hürriyetinden yoksun bırakarak, milletvekilliğini düşürerek, bu hukuksuzluğun bir parçası olmak anayasal düzeni bozma girişimidir! Anayasa'ya yapılan bu darbe; sizi, bizi, sokaktaki vatandaşı, bu ülkede yaşayan her bir bireyi etkileyecektir. Çünkü Anayasa'ya darbe yapılması demek, ülkede kuralsızlığın hâkim olması demektir.”
-“Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin tezkere okutma işleminin yok hükmünde olduğunun tespiti ve parlamento kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Hukuksuzluk karşısında adaleti, tek adam iktidarı karşısında, milletin egemenliğini, baskılar karşısında yargı bağımsızlığını savunmaya devam edeceğiz.”
-“25 Ocak’ta İstanbul Sarıyer Santa Maria Kilisesi’nde inanç özgürlüğünü tartışma konusu yapmayı hedefleyen bir saldırı düzenlendi. İnanç mekânlarını korumak, orada ibadet eden insanların can güvenliğini sağlamak devletin ve kolluk kuvvetlerinin asli görevlerinden biridir ama İstanbul'un göbeğinde iki saldırgan elini kolunu sallaya sallaya kiliseye giriyor, kilisenin girişinde bir polis noktası yok! Saldırganlar ibadet eden insanlara kurşun yağdırıyor, istihbarat birimlerinin haberi yok! Güvenlik güçlerinin önleyici bir hazırlığı ve reaksiyonu yok. Yapılan tek şey, saldırıyla ilgili yayın yasağı getirmek! IŞID elemanı olduğu tespit edilen bu saldırganlar, silahlı bir şekilde sokak ortasında nasıl geziyor? Bu konuda bir güvenlik zafiyeti mi var? Can ve mal güvenliğimizi korumakla görevli olan güvenlik ve istihbarat birimlerinin bir ihmali söz konusu mu? İçişleri Bakanlığının bu sorulara derhal bir açıklık getirmesi gerekiyor.”
-“Ülke adeta Teksas’a döndü. Mafyası, kara para aklayanı, uyuşturucu ticareti yapanı, kırmızı bültenle arananı, terör örgütü mensupları hepsi Türkiye’de toplandılar. Hiç kimsenin can güvenliği kalmadı. Ülkemiz adeta, Avrupa’nın ve dünyanın açık cezaevi haline geldi!”
-“Sayın Erdoğan, sen CHP ile uğraşmayı bırak! Bu ülkeye, çok partili hayatı da, demokrasiyi de getiren CHP’dir. Sen, hiç bitmeyen ‘mağduriyet yalanlarınla’ oradasın. Sen, ortama göre şekillenirken, kendi içinde, devletin tüm imkanlarını kullanarak, din kisvesi altında bir terör örgütünü büyütüp palazlandırırken, beraber yol yürüyüp, ‘bitsin bu hasret’ diye seslendiklerin bu ülkenin meclisine bombalar yağdırdı. Senin ‘ne istediniz de vermedik’ dediklerin bu ülkeye ihanet etti. Bir asırlık geçmişiyle ilkeli siyasetinden ödün vermeyen, bu ülkedeki her bir vatandaşımız için güzel bir gelecek kurma mücadelesi veren CHP’yi anlamanı zaten beklemiyoruz. O yüzden AKP Genel Başkanının, yüzyıllık CHP’ye yönelik sözlerinin bir anlamı da, hükmü de yoktur. Bizim partimiz de, Genel Başkanımız da; diplomasıyla, geçmişiyle, mal varlığıyla her şeyi şaibeli olan Recep Tayyip Erdoğan’a 3 - 5 gömlek fazla gelir. CHP’nin yegâne gayesi, faşizmin kitabını yazan halk düşmanı AKP zihniyetinden ülkemizi ve şehirlerimizi kurtarmaktır.”
-“Sayın Erdoğan, İzmir’den duyacağın tek ses; Mustafa Kemal Atatürk olur, yüzünü çağdaşlığa, aydınlanmaya, akla ve bilime dönmüş laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti olur, bir asırlık Cumhuriyetimizin kazanımları olur. İzmir'den Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret edenlere, kadını ikinci sınıf insan olarak görenlere, Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye çalışıp, ona meydan okuyanlara oy çıkmaz!”
-“Türkiye’de milyonlar, akşamdan sabaha, daha da fakirleşirken AKP, işçinin, emeklinin, memurun çığlığını duymazdan geliyor. Halktan kopuk iktidar, kendi küçük mutlu dünyasından vatandaşa nutuk atıyor. Vatandaş ‘açız, donuyoruz’ diye feryat ediyor, Sayın Erdoğan ‘Türkiye Yüzyılı’ masallarını anlatmaya devam ediyor. Sayın Erdoğan, sen bırak bu Türkiye Yüzyılı safsatalarını da, bir gecede 700’ün üzerinde ürüne yapılan zamların hesabını ver. 2003 yılında bir asgari ücretle 16 gram altın alınabiliyorken; 20 yıl sonra bir asgari ücretle ancak 6 gram altın alınabiliyor. Hangi hesabı yaparsanız yapın, neyi neyle karşılaştırırsanız karşılaştırın, tencereler kaynamıyor, cepler dolmuyor, yüzler gülmüyor.”
-“Üzerinden tam bir yıl geçmesine rağmen yaraları sarılmayan Kahramanmaraş merkezli depremin ardından, iki gün önce bir yara daha açıldı. Resmi rakamlara göre can kaybımızı 50 bin 96 kişi olarak biliyorduk. Sayın Murat Kurum, gerçek rakamı ağzından kaçırıvermese; aklımıza dahi gelmeyecek bir rakam… Depremde 130 bin canımızı yitirmişiz. Ardahan, Tunceli, Bayburt illerinin nüfuslarının çok çok üstünde. Koca bir il nüfusu kadar can kaybediyoruz; verilen sözleri tutmak, yaraları sarmak yerine sadece bu istatistikleri saklamaya enerjinizi harcıyorsunuz. Yazıklar olsun sizin yalan siyasetinize!”
-“Biz, 6 Şubat’ın yıldönümünde Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel başta olmak üzere tüm kadrolarımızla depremin yıktığı Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Adana, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis ve Elazığ’da olacağız. Tam da deprem saatinde, yitirilen canlarımızı bir kez daha anacağız. 11 ildeki anma etkinliklerine katılarak, depremin 1’inci yıldönümünde depremzedelerimizin acılarını paylaşmak için onlarla birlikte olacağız.”
Değerli basın mensupları, bizleri ekranları başından ve sosyal medya hesaplarından takip eden kıymetli yurttaşlarımız, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
30 Ocak günü bu ülkenin hukuk ve siyaset tarihine bir "utanç" günü olarak yazılacaktır. 14 Mayıs 2023'te Hatay halkının iradesi ile Can Atalay milletvekili seçildi, mazbatasını aldı ve Anayasa’nın 83’üncü maddesine göre dokunulmazlık kazandı. Hakkında kesinleşmiş bir hüküm yoktu, hakkındaki yargılama devam etmekteydi, ancak tahliye talebi Yargıtay tarafından reddedildi. Anayasa Mahkemesi, 2 kez, evet tam 2 kez Can Atalay’ın “Siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının" ihlal edildiğine ve derhal tahliye edilmesi gerektiğine karar verdi.
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının ardından derhal serbest bırakılması gereken Can Atalay, milletvekili seçildiği günden bu yana, 8 aydır hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyor. İşin aslı; 22 yıldır tek başına iktidar olmanın güç zehirlenmesini yaşayan AKP ve ona sonradan eklemlenen küçük ortağı MHP, bu hukuksuzluğa bir gerekçe aradı ve İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesiyle Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu hukuksuzluğun maşası oldu.
Bakın, burada bir parantez açmak istiyorum. Kararlarını hukuka, yasal mevzuata, Anayasaya uygun bir şekilde, siyasal iktidardan ya da siyasal iklimden etkilenmeden, vicdani kanaatine göre alan; bu ülkenin onurlu, şerefli ve haysiyetli hakimlerini, savcılarını ve yargı mensuplarını tenzih ediyorum.
Parantezi açtık, kapattık!
Can Atalay olayında bir kez daha görüldü ki; yargı maalesef siyasetin elinde oyuncak haline geldi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, hukuken hiçbir hükmü olmayan kararlarında, kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne had bildirme cüretinde bulundu. Üstelik Yargıtay 3.Ceza Dairesi kararının gerekçesinde, Sayın Devlet Bahçeli'nin grup toplantılarında, Can Atalay ile ilgili yaptığı değerlendirmeleri referans alındı. Gerekçeli kararlarında bu konuşmalar adeta kopyala yapıştır yapıldı.
Ne ilginçtir ki aynı Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesini bir zamanlar yere göğe sığdıramamış, Anayasa Mahkemesi’ne methiyeler düzmüştü. Siyasette ilkeli duruşun "İ" sinden dahi haberi olmayan çakma milliyetçiler, İktidarın koltuk değnekliğini yapanlar, Hatay halkının iradesini yok saydı! Onlara “Siz kendinizi temsil edecek kişiyi seçemezsiniz” dediler.
En nihayetinde, Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin, Can Atalay ile ilgili kararı geçtiğimiz hafta Salı günü TBMM Genel Kurulu'nda okundu. Okunan karar ne hukuka uygun, ne de usule. Milletvekilliğinin düşürülmesi için Anayasamıza ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğüne göre kesinleşmiş hüküm gereklidir. Milletvekilliğinin düşürülmesi için gereken “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı” bulamayan iktidar, hukuk ve usul tanımamazlıkta kendisini bile aştı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı’nın imzası ile gönderdiği yazıyı Meclis’te okuttu. Yargıtay kararının bu şekilde Meclis’te okunması ve milletvekilliğinin düşürülmesi hukuken ve Anayasal olarak yok hükmünde. Yapılanların vicdanen, hükmü zaten yok! Ama burada asıl mesele, ne Can Atalay meselesi, ne de bir parlamenterin, milletvekilliğinin düşürülmesi meselesi.
Anayasa'nın, 153'üncü maddesi der ki; "Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar!" Anayasanın 153. maddesi bu kadar açıkken; Anayasanın bu hükmünü uygulamamak, seçilmiş bir milletvekilini hürriyetinden yoksun bırakarak, milletvekilliğini düşürerek, bu hukuksuzluğun bir parçası olmak anayasal düzeni bozma girişimidir! Anayasa'ya yapılan bu darbe; sizi, bizi, sokaktaki vatandaşı, bu ülkede yaşayan her bir bireyi etkileyecektir. Çünkü Anayasa'ya darbe yapılması demek, ülkede kuralsızlığın hâkim olması demektir.
Kırmızı ışıkta geçilmeyeceğini hepimiz biliriz, değil mi? Araçlar ve yayalar kırmızı ışıkta durur. İşte Anayasa bu kırmızı ışıktır. Toplumsal mutabakat metnimiz olan Anayasa nerede duracağımızı, nerede yürüyeceğimizi söyler, sınırlarımızı belirler. Eğer siz ona uymazsanız, işte o zaman ortaya kaos çıkar. Bugün de olan budur.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin tezkere okutma işleminin yok hükmünde olduğunun tespiti ve parlamento kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Hukuksuzluk karşısında adaleti, tek adam iktidarı karşısında, milletin egemenliğini, baskılar karşısında yargı bağımsızlığını savunmaya devam edeceğiz.
Değerli basın mensupları, 25 Ocak’ta İstanbul Sarıyer Santa Maria Kilisesi’nde inanç özgürlüğünü tartışma konusu yapmayı hedefleyen bir saldırı düzenlendi. Ve bu kez de dünya kamuoyunda, ibadet eden insanları koruyamayan, can güvenliğini sağlayamayan ülke konumuna düştük. “Türkiye’de her an her yerden saldırı olma” ihtimali, artık öyle bir boyuta geldi ki; ülkede huzur bırakmadı. Ayin sırasında gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu, bir vatandaşımız da, maalesef hayatını kaybetti. Birlik ve beraberliğimizi hedef alan, toplumsal huzuru ve barışı bozmak için yapılan bu saldırıyı lanetliyoruz. IŞİD tarafından yapıldığı açıklanan saldırıda hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyoruz. İnanç mekânlarını korumak, orada ibadet eden insanların can güvenliğini sağlamak devletin ve kolluk kuvvetlerinin asli görevlerinden biridir ama İstanbul'un göbeğinde iki saldırgan elini kolunu sallaya sallaya kiliseye giriyor, kilisenin girişinde bir polis noktası yok! Saldırganlar ibadet eden insanlara kurşun yağdırıyor, istihbarat birimlerinin haberi yok! Güvenlik güçlerinin önleyici bir hazırlığı ve reaksiyonu yok. Yapılan tek şey, saldırıyla ilgili yayın yasağı getirmek! IŞID elemanı olduğu tespit edilen bu saldırganlar, silahlı bir şekilde sokak ortasında nasıl geziyor? Bu konuda bir güvenlik zafiyeti mi var? Can ve mal güvenliğimizi korumakla görevli olan güvenlik ve istihbarat birimlerinin bir ihmali söz konusu mu? İçişleri Bakanlığının bu sorulara derhal bir açıklık getirmesi gerekiyor.
Seçim sürecine girdiğimiz bu günlerde, İstanbul’un göbeğindeki bu saldırı, ister istemez aklımıza geçmişteki terör saldırıları geliyor. Bu nedenle, İçişleri Bakanlığı’na buradan uyarıda bulunuyoruz. Her sabah aynı saatte, “Yok şu kadar kişi ele geçirildi, yok bunları yakaladık, yok şu çeteyi çökerttik” diye paylaşımlar yapmayı bırakın! İstihbarat birimlerinizi çalıştırın. Bu ülkede tek bir vatandaşımızın burnunun bile kanamayacağı güvenlik önlemlerini alın.
Değerli arkadaşlar; üzülerek izliyoruz ki ülke adeta Teksas’a döndü. Mafyası, kara para aklayanı, uyuşturucu ticareti yapanı, kırmızı bültenle arananı, terör örgütü mensupları hepsi Türkiye’de toplandılar. Hiç kimsenin can güvenliği kalmadı. Ülkemiz adeta, Avrupa’nın ve dünyanın açık cezaevi haline geldi! Bunun örnekleriyle ilgili bir haber okumadan ya da duymadan bir gün dahi geçmiyor. Ülkemizin her bir köşesine sirayet eden şiddet ve korku ne yazık ki kendi vatandaşlarımız arasında da yayıldı. İzmir’de yaşanan, iyiliğe karşı vahşet de hepimizi derinden üzdü. İzmir'de taksi şoförü Oğuz Erge, saat 03.30 sıralarında kapşon ve maske takan 19 yaşında, insanlıktan nasibini almamış bir kişiyi hava soğuk diye aracına alıyor, aracına aldığı fail, evli ve 2 çocuk babası olan taksi şoförü Oğuz Erge’yi 3 el ateş ederek katlediyor. Silahlı saldırıda bulunan fail tutuklandı tutuklanmasına ama şiddetin bu denli topluma hâkim olması ve toplumsal huzurun ağır yaralar alması endişe verici.
Ülke genelinde bu kadar güvenlik sorunu varken, AKP’nin ve Erdoğan’ın tek derdi Cumhuriyet Halk Partisi ve Özgür Özel. Neymiş, “CHP’nin yeni genel başkanı, tek parti faşizminin kimseye tahammülü olmayan zihniyetine bürünmüş.”
Hatırlatalım! Özgürlük sözcüğünden nefret eden, farklı seslere ve fikirlere tahammülü olmayan, muhalif olanı boğmaya çalışan, sadece kendi sesini duymak isteyenlere “Faşist” denir. Sayın Erdoğan, sen Cumhuriyet Halk Partisiyle uğraşmayı bırak! Bu ülkeye, çok partili hayatı da, demokrasiyi de getiren Cumhuriyet Halk Partisidir. Sen, hiç bitmeyen “Mağduriyet Yalanlarınla” oradasın. Sen, ortama göre şekillenirken, kendi içinde, devletin tüm imkanlarını kullanarak, din kisvesi altında bir terör örgütünü büyütüp palazlandırırken, beraber yol yürüyüp, “Bitsin bu hasret” diye seslendiklerin bu ülkenin meclisine bombalar yağdırdı. Senin “Ne istediniz de vermedik?” dediklerin bu ülkeye ihanet etti. Bir asırlık geçmişiyle ilkeli siyasetinden ödün vermeyen, bu ülkedeki her bir vatandaşımız için güzel bir gelecek kurma mücadelesi veren Cumhuriyet Halk Partisi’ni anlamanı zaten beklemiyoruz. O yüzden AKP Genel Başkanının, yüzyıllık Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik sözlerinin bir anlamı da, hükmü de yoktur. Bizim partimiz de, Genel Başkanımız da; diplomasıyla, geçmişiyle, mal varlığıyla her şeyi şaibeli olan Recep Tayyip Erdoğan’a 3 - 5 gömlek fazla gelir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yegâne gayesi, faşizmin kitabını yazan halk düşmanı AKP zihniyetinden ülkemizi ve şehirlerimizi kurtarmaktır.
Sayın Erdoğan, geçtiğimiz hafta sonu İzmir’de açıklamalarda bulunmuş, “İzmir'den öyle bir ses verin ki diğer 80 vilayetimizden duymayan kalmasın” demiş. Ben sana söyleyeyim Sayın Erdoğan, İzmir’den duyacağın tek ses; Mustafa Kemal Atatürk olur, yüzünü çağdaşlığa, aydınlanmaya, akla ve bilime dönmüş laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti olur, bir asırlık Cumhuriyetimizin kazanımları olur. “İzmir’de çalınmadık kapı bırakmayacağız” demişsin. O kapılar; kadın erkek omuz omuza yürüyen, çağdaş Türkiye’ye açılır. İzmir'den Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret edenlere, kadını ikinci sınıf insan olarak görenlere, Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye çalışıp, ona meydan okuyanlara oy çıkmaz Sayın Erdoğan!
Değerli Basın Mensupları, halkın gerçek gündemini unutturmak için her fırsatta CHP’ni ve Genel Başkanını hedef alan AKP iktidarı, halkımıza açlık sınırının altında bir hayat dayatıyor. Türkiye; Merkez Bankası rezervlerinin eksi 42 milyar dolar olduğu, Hazinenin iç ve dış borçlarının 7 trilyonu, bu borçların faiz yükünün 6 trilyon lirayı geçtiği, dövizin 2024 yılının daha ilk ayında geçtiğimiz yıla göre yüzde 26 oranında arttığı, Türk lirasının günden güne değer kaybettiği, ekonomik olarak çok karanlık bir dönemden geçiyor.
Ekonomideki bu savrulma, vatandaşlarımıza zam ve yoksulluk olarak yansıyor. Zincir marketlerde etiketler artık “gün aşırı” değil, “gün içinde” 2-3 defa değişiyor. Bu ekonomik buhranda insan olan herkesi insanlığından utandıracak bir başka haber düşüyor karşımıza. Geçtiğimiz hafta Osmaniye’de 65 yaşında bir teyze, penceresini naylonla kapattığı, kapısı olmayan, derme çatma bir barakada yaşam mücadelesi veriyor. Torununa mama alamadığı için şekerli su ile beslediğini söylüyor. Bir ev düşünün, eve düzenli bir şekilde yemek giremiyor. Şekerli suyla beslenen bir bebek ve sobanın dahi yanmadığı buz gibi bir ev. Oğlunun üzerinde düşük model motor var diye sosyal yardım da alamayan bir yaşlı teyzemiz, bu evde ömrüne gün sayıyor. İşte bu ev Türkiye’nin özetidir değerli arkadaşlar. Türkiye’de doğmak bazıları için şekerli su ile hayatta kalmaya çalışmaktır. Türkiye’de yaşamak bazıları için penceresi naylonla kapatılmış, sobasız bir evde yaşamaya çalışmaktır. “İnsanca yaşam” dediğimiz şey Türkiye şartlarında artık mümkün değil.
Bir diğer utanç tablosu… Bir emekli teyzemiz elinde, kuru ekmekleri topladığı poşeti gösterirken Sayın Erdoğan’a sesleniyor; “Ben utanmıyorum, al sen utan, yollardan toplaya toplaya geldim. Emekliyim açım. Hani Hz. Ömer'in adaleti? Hani aç varken sen tok yaşayamazdın? Suriyeli tokken ben niye açım?” diye feryat ediyor.
Türkiye’de milyonlar, akşamdan sabaha, daha da fakirleşirken AKP, işçinin, emeklinin, memurun çığlığını duymazdan geliyor. Halktan kopuk iktidar, kendi küçük mutlu dünyasından vatandaşa nutuk atıyor.
Değerli Basın mensupları; geçtiğimiz günlerde Başkent Ankara’da, Simitçiler Odası Başkanı, utana sıkıla simitin 15 lira olacağı açıkladı. “Alım gücünün çok düşük olduğu şu zamanda 15 TL esnafın derdine de derman olmuyor. Bugün özellikle emeklilerden, öğrenci kesiminden, dar gelirli hemşehrilerimizden özür diliyoruz, bu zammı yapmak zorunda kaldık" diyor. Birkaç gün sonra birden bu zam geri alınıyor. Sebebiyse birkaç gün sonra ortaya çıkıyor. Ankara Simitçiler Odası Başkanı; “Ticaret Bak. Yrd. Mahmut Gürcan makamına davet etti. Zammı ertelememizi istedi. Bizi kıran ifadeleri de oldu. Zammı geri aldık. Seçim sonrası yapmak zorundayız” diye açıklama yapıyor. Bu açıklama, iktidarın attığı her adımı seçime ayarlı olarak attığını, gerçekleri de seçime kadar gizlemek için her şeyi yapacağını gösteriyor. Bütün bunlar açığa çıkınca Ticaret Bakan Yardımcısı acaba yaptığından utanmış mıdır? Hiç zannetmiyorum.
Bakın utanma duygusunu yitirmiş biri daha. Simit fiyatından haberi olmayan, AKP’nin Diyarbakır Belediye Başkanı adayı, 30 tane simiti 100 liraya alacağını zannediyor. Bu cehaletinin cevabını da; “Kurtarmıyor” sözleri ile simitçi kardeşimizden alıyor. Bir de üstüne; büyük bir pişkinlikle simit satan çocuğa “beğenmiyorsun demek” cevabını verebiliyor! Ya arkadaş, sen uzayda mı yaşıyorsun! 100 lira ile bütün simitleri alabileceğin ekonomik düzen artık mazide kaldı. 100 lira ile dışarıda bir saat geçiremezsin. İşte halktan kopuk AKP ve onun adayları…
Değerli arkadaşlar; vatandaş “açız, donuyoruz” diye feryat ediyor, Sayın Erdoğan “Türkiye Yüzyılı” masallarını anlatmaya devam ediyor. Sayın Erdoğan, sen bırak bu Türkiye Yüzyılı safsatalarını da, bir gecede 700’ün üzerinde ürüne yapılan zamların hesabını ver. 2003 yılında bir asgari ücretle 16 gram altın alınabiliyorken; 20 yıl sonra bir asgari ücretle ancak 6 gram altın alınabiliyor. Hangi hesabı yaparsanız yapın, neyi neyle karşılaştırırsanız karşılaştırın, tencereler kaynamıyor, cepler dolmuyor, yüzler gülmüyor. Açlık ülkenin her yerinde kol geziyor da bir tek saraya ve şürekâsına uğramıyor.
Değerli basın mensupları, üzerinden tam bir yıl geçmesine rağmen yaraları sarılmayan Kahramanmaraş merkezli depremin ardından, iki gün önce bir yara daha açıldı. Resmi rakamlara göre can kaybımızı 50 bin 96 kişi olarak biliyorduk. Sayın Murat Kurum, gerçek rakamı ağzından kaçırıvermese; aklımıza dahi gelmeyecek bir rakam… Depremde 130 bin canımızı yitirmişiz. Ardahan, Tunceli, Bayburt illerinin nüfuslarının çok çok üstünde. Koca bir il nüfusu kadar can kaybediyoruz; verilen sözleri tutmak, yaraları sarmak yerine sadece bu istatistikleri saklamaya enerjinizi harcıyorsunuz. Yazıklar olsun sizin yalan siyasetinize!
Murat Kurum’un gafının ardından, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bugün, can kaybımızı 53 bin 537 olarak açıkladı. Kime inanalım? 319 bin konut yapacağınızı söylediniz, ancak 41 bin konut yaptınız. İşte AKP’nin depremzedelere verdiği önem. İşte AKP’nin söz verip yarı yolda bırakan anlayışı. İşte 22 yıllık AKP iktidarının sadece vaatlerle dolu olan tarihine eklenecek, bir yalanı daha. İnsanlar hala çadırlarda, çadırlar da sular altında. Yazıklar olsun sizin yalan siyasetinize!
Biz, 6 Şubat’ın yıldönümünde Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel başta olmak üzere tüm kadrolarımızla depremin yıktığı Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Adana, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis ve Elazığ’da olacağız. Tam da deprem saatinde, yitirilen canlarımızı bir kez daha anacağız. 11 ildeki anma etkinliklerine katılarak, depremin 1’inci yıldönümünde depremzedelerimizin acılarını paylaşmak için onlarla birlikte olacağız. Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, acılı ailelerine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.