Kemal Okuyan: Ülke sevgisini ve yaşama sevincini geri getireceğiz
Türkiye Komünist Partisi'nin, İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde ‘Emekçiler Devrim ve Sosyalizme Hazırlanıyor’ sloganıyla düzenlediği konferansta karar altına alınan "2023 Yeniden" başlıklı siyasi metin bugün kamuoyuna açıklandı.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan hem bu metinle, hem de konferans süreci ve önümüzdeki dönem partinin yol haritasıyla ilgili soL Haber Portalı'nın sorularını yanıtladı.
Söyleşinin tamamı şöyle:
"2023 yeniden..." başlığını taşıyan siyasi metin "sermayenin vatanı olmadığı", "yerli ve yabancı sermaye sahiplerini birbirinden ayırmanın imkansız ve anlamsız hale geldiği" tespitleriyle başlıyor. Öncelikle burayı biraz açar mısınız? Hâlâ büyük bir kesim mevcut iktidar karşısında "rahatsız" olduğunu düşündükleri özellikle büyük sermayeye bir ittifak unsuru olarak bakabiliyor. Ek olarak rapora bu vurguyla başlamanın da özel bir nedeni var mı diye sormak istiyoruz.
Aslında “2023 yeniden…” bir rapordan çok bir siyasi çıkış, bir manifesto. Partimizin geçen hafta sonu topladığı Konferans’ın stratejik doğrultusunu özetliyor. Konferansta çok sayıda karar alındı, işçi sınıfı hareketiyle ilgili kapsamlı bir rapor tartışıldı ve son haline getirildi. “2023 yeniden…” TKP’nin durduğu yeri ve hedeflerini tanımlıyor. Bu metin önümüzdeki dönem yaygın bir biçimde kullanılacak ve etkili olacak.
Soruya gelince… Evet Türkiye’de ne yazık ki geniş bir toplumsal kesim, AKP iktidarına karşı bazı patronlardan fayda umuyor, onların da mağdur olduğunu sanıyor. Tersinden AKP’nin yoksul destekçileri arasında Erdoğan’ın gerçekten patronları sopayla terbiye ettiğine ilişkin bir kanaat var. TKP çok basit bir gerçeği, hiç eğilip bükülmeden dile getiriyor: Türkiye yerli ve yabancı tekellerin işgali altında. Bu bir kolektif suçtur. İktidarla bazı patronlar arasında gerilim olabilir, hatta bu gerilim çatışmaya da dönüşebilir. Ancak bunun halka bir faydası yoktur. Zaten genellikle bu gerilimler geçici karakterdedir. Ve dikkatle bakıldığında bir paylaşım kavgasıdır. Türkiye’de sorunların kaynağını yanlış yerde aranıyor. Sorunların kaynağı kapitalistler ve onların egemen olduğu kapitalist sistemdir.
5'li çete, Anadolu sermayesi, TÜSİAD gibi adlandırmaların sermayenin kolektif suçunu gizlemeye yaradığını söylüyorsunuz. Bazı kesimlerin AKP döneminde hayallerinde göremeyecekleri kadar zenginleştiği, AKP'nin yandaş bir sermaye birikimi yarattığı, ek olarak sermayenin de kendi içinde çatıştığı, farklı öncelikleri olduğu gerçeğini görmezden mi geliyorsunuz bu tespiti yaparken?
AKP iktidarında bazı şirketler sıfırdan kuruldu ve büyük bir hızla semirdi. Bazı şirketler ise inanılmaz bir biçimde büyüdü. Evet bu bir gerçek. Ancak Türkiye’yi yağmalayan, halkımızı yoksullaştıran yalnızca bunlar mı? Türkiye’nin her zaman en etkili gücü olan TÜSİAD sermayesi AKP iktidarında ihya oldu. Daha ötesine geçelim. Türkiye’de “muhalif” tanımına sokulabilecek o kadar fazla büyük şirket sahibi patron var ki! Hemen her sektörde faaliyet gösteriyorlar. Siyaseten birbirine laf sokan insanların birlikte iş yaptıklarını biliyoruz. Bu toplumda muazzam bir eşitsizlik var. Bu eşitsizlikte tepedekiler ve aşağıdakileri nasıl tanımlayacağız? Sömürenler ve sömürülenler. Patronlar ve onların karşısında emekçi halk. İşçiler, işsizler, yoksul köylüler, küçük esnaf. “Beşli çete” adlandırması düzen muhalefetinin büyük sermayeyi gücendirmemek için bulduğu bir yoldur. “Beşli çete” ülkeyi yağmalıyor ama diğerleri de.
Raporda yer alan "CHP’den Demokrat Parti’ye tüm hükümetler ve askeri cuntalar sermaye sınıfına hizmet etmiştir" ifadesi biraz fazla sadeleştirmiyor mu ülkedeki siyasi dinamikleri? Eğer sadeleştirme doğru ifade ise bunu bir tercih olarak mı görmeliyiz ve neden?
Gerçek tam da bu ise ne dememiz beklenir? Tekrar edebiliriz, tüm hükümetler ve cuntalar sermaye sınıfına hizmet etmiştir. Zaten bu duruma son vermek istiyor TKP. Mesele çok sade. Askeri darbeler ya da özel durumlar dışında bu iktidarlar seçimle değişiyor ama bu işin sadece görünen kısmı. Siyaseti tasarlayabilmek için sermaye sınıfının elinde çok fazla araç var. Her şeyden önce sermaye sınıfı, dünyanın her yerinde sömürdüğü işçilerin üzerine asker ve polisi yönlendirme yeteneğine sahip. Paranın hukuk sistemi üzerindeki gücünü kim tartışabilir? Siyasetçi satın alma yine bütün dünyada çok yaygın. Zaten düzen siyasetinin kendisi de bir tür kâr ve rant kapısı. Bayağı bir “yatırım” aracı durumunda siyaset. Medyayı, medyanın hemen bütün mecralarını burjuvazi denetliyor, elinde tutuyor. Halk örgütsüzleştiriliyor ve sonra ondan sandığa “iradesi”ni koyması isteniyor. Örgütsüzleştikçe irade zayıflar. Bu nedenle sadelik iyidir. Başka ülkeleri koyalım bir yana. Türkiye’de bütün hükümetler sermayeye hizmet etmiştir. Nokta. Hizmette kusur edenler, zaman içinde yönetme yeteneğini yitirenler düşürülmüştür. Sistem değişikliği işte bu yüzden mutlak bir zorunluluk.
Aynı ifadeyi bugünkü siyasi aktörler için de kullanmakta sakınca yok o halde... Size göre CHP'nin ya da AKP'nin merkezinde durduğu iktidarlar ülkenin en büyük sorunu olarak altını çizdiğiniz sermaye sınıfına hizmette aynı noktada duruyorlarsa iktidar değişikliğinin ne anlamı var? AKP'ye direnen toplumsal kesimlerin mücadelesinin bir anlamı yok mu bu açıdan bakınca?
Sermaye sınıfına hizmet eden bir hükümetin gidip yerine yenisinin gelmesi bizim açımızdan tek bir açıdan önem kazanabilir: Bu değişikliğin emekçi halkın örgütlülüğüne, emekçi halkın bu düzeni değiştirme isteği ve yeteneğine olumlu bir katkısı var mı? Buna bakılmalı. Yoksa bugünkü sistemde hükümetler kaçınılmaz olarak yıpranır, toplumda tepki yükselir ve yerine yeni bir hükümet kurulur ve tepki düzen içi kanallara aktarılmış olur. Sonra tekrar başa döneriz.
AKP çok özel bir parti. Karşı devrimci bir güç. Bu kadar yıldan sonra onun toplumda yarattığı tepkiden yararlanarak yeni bir piyasacı patron yanlısı koalisyonun, NATO’cu-Amerikancı bir hükümetin, laikliği umursamayan bir toplamın hükümet olmasını zil takıp oynayarak karşılayamayız. AKP’nin gitmesi önemli. Ancak yerine ne gelecek? Bu soruya sağlam yanıt vermek zorundayız. “Şimdi sırası değil” deniyor. Dün de öyle deniyordu, daha öncesinde de, beş yıl, on yıl önce de, kırk yıl önce de… Ve hep daha kötüye gittik.
Aslında raporun bir kısmı, en azından bu sefer AKP iktidarının gideceğine inanan kesimlerin hevesini kaçırıyor, çünkü açıkça "bu düzen değişmeden sorunlar çözülmeyecek" sadeliğinde bir vurguya sahip. Ancak raporun ilerleyen sayfalarında çok da alışık olunmayan iddialı vurgular ve hatta iyimser ifadeler göze çarpıyor. Türkiye'nin hem insan birikiminin, hem de yer altı yer üstü kaynaklarının, hem de kurulu ekonomik altyapısının yeterince gelişmiş olduğu belirtiliyor ve "Türkiye'yi ayağa kaldıracağız, bu göreve hazırız" deniyor. Gerçekten TKP bu göreve hazır mı? Devamla Türkiye'de böyle bir değişimin zemini var mı?
Kimsenin hevesi kaçmasın. İnsanların asıl hevesini kaçıran hayal kırıklıklarıdır. Türkiye’de bu kadar büyük bir felaket yaşanmışken, buradan çıkışın mümkün olduğunun anlaşılmasından daha güzel bir şey olamaz. Evet biz iyimseriz. Çıkış yolu var, bu çıkış yolu için gerekli kaynaklar da.
“TKP buna hazır mı” sorusu aslında yanlışa götürür bizi. Halkımızın buna hazır olması önemli. İşte burada TKP kendi hazırlıklarını başka bir zemine çekiyor. Partimiz Türkiye’de bir Sosyalist Cumhuriyet için yeterli birikim olduğunu ileri sürüyor. Önümüzdeki yakın dönem bu iyimserliğimizin gerekçelerini ortaya koyacağız. Başka çare yok. Yoksa bu kısır döngü ülkemizi daha da harap edecek, halkımızın yaşama sevinci tamamen tükenecek. Buna izin veremeyiz. Evet, Türkiye’nin ayağa kalkması mümkün ve zorunlu.
“2023 yeniden…” yurtseverliğin altının kalın kalın çizildiği bir metin. Özel bir nedeni var mı bunun?
Partimizin yıllardır savunduğu bir çizgi bu. Kuşkusuz her dönem vurgularda değişiklik oluyor. Burada yeni bir Türkiye kurma iradesinden söz ediyoruz. Yetti artık “vatan” dendiğinde yağma, talan, sömürü, rant, kâr düşünenlerden çektiğimiz. Bu ülke onları silkeleyip atacak, atmak zorunda. Bu denli ağır bir yoksulluk yaşanırken TKP’nin sorumluluğudur “Türkiye bunu hak etmiyor” demek.
Raporda 80 darbesine ilişkin de bir değerlendirme var ancak ben konferanstaki ifadenizle ilgili bir soru sormak istiyorum. Darbenin bu ülkenin devrimcilerin yurtlarıyla ilişkisinin kesilmesini hedeflediğini ifade ettiniz. Aradan 42 yıl geçti, bugünden baktığınızda darbenin başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?
12 Eylül 1980 faşist darbesi uğursuz, planlı, alçak bir saldırıydı. Bu çok yönlü saldırıda her zaman anti-emperyalist olagelmiş, “bağımsız Türkiye” sloganında somutlanan yurt sevgisine devrimci bir içerik katmış Türkiye solcusunun ülkesinden nefret etmesi için sistematik bir çaba harcandı. Hem fiziki hem psikolojik bir savaş yürütüldü. Üstüne Kürtlere dönük yok sayma ve yok etme politikalarını ekleyin. Darbecilerin başarısız olduklarını maalesef söyleyemeyeceğim. Dünyanın hemen her noktasında Türkiye dendiğinde Nâzım Hikmet ve Aziz Nesin’i aklına getirenler var. Bu iki isim, ülkemiz sömürüye, emek hırsızlığına, talana, yağmaya, cehalete, yobazlığa, kadın cinayetlerine mahkum olmasın diye çaba harcamış büyük insanlara örnektir. Yaşadığımız toprakları terk edemeyeceğimize göre onu kirletenlerle hesaplaşacağız. Ülke sevgisini ve yaşama sevincini geri getireceğiz.
"TKP kendi örgütsel yapısını, çalışma tarzını bu konferans ile birlikte bir kez daha gözden geçirip tamamen bu hedef doğrultusunda yeniden yapılandırıyor" deniyor. Ayrıntıya girmeden bu yapılandırmanın temel belirleyenleri, kıstasları nedir diye sorsak?
Kısaca şöyle: Gerekeni yapmak, öncelikleri iyi belirlemek, iddiamız ve hedeflerimize odaklanmak, ülkemize ve halkımıza inanmak, örgütlü mücadeleye güvenmek.