1950'li yılların sonuydu. Yanılmıyorsam mayıs ayının son günleriydi. Artık yaz sıcakları kendini hissettirmeye başlamıştı. O gün babam, canı sıkkın bir şekilde işten eve çok erken döndü. Annemin şaşkın bakışları altında "Bugün dükkânı açmıyorum" dedi. Merakla "Neden" diye soran anneme, "Dün hazırladığım börek içliği kıyma, tel dolabında kokmuş, o malzemeyle börek yapılmaz, ben de kıymayı olduğu gibi denize döktüm, balıklara bari yem olur diye..." Annem, "Şimdi ne yapacağız" diye sorunca, babam, "Bu yıl sıcaklar biraz erken geldi, yaylaya biraz erken çıkacağız. Bugün Elmalı'ya gideceğim, dükkân ve ev tutacağım, bir iki gün içinde taşınır, işimize yaylanın serinliğinde devam ederiz." dedi.
O günlerde, kimsede buzdolabı neyim yoktu. Dört tarafı elek teliyle çevrili olan dolaplar hemen hemen her evde, pişmiş gıda satan dükkânlarda yüksek bir yerde asılı olarak dururdu... Havadar olması gıdada bozulmayı önlerken, karasinekten de koruması önemliydi. Sahil yerlerde sıcaklık arttı mı tel dolaplar da pek işe yaramazdı.
Bu yetmişli yılların başına kadar sürdü. Sadece dispanserlerde ve bazı zengin evlerinde bulunan buzdolapları evlere ve işyerlerine hızla girmeye başladı. Bizim ailenin her yaz tekrarlayan yaylacılık macerası tel dolabından buzdolabına terfi etmemizle bitti.
Sn. CB. Erdoğan'ın 07.08.2020 tarihinde Ayasofya önünde yaptığı konuşmayı okuyunca 60 yıl öncesine gittim.
Tel dolabından buzdolabına geçmek, o gün için devrim niteliğinde bir dönüşümdü. Bir sıçramaydı. O zaman Türkiye tel dolabından buzdolabına uçmuş, bu uçuş yaşamına inanılmaz bir rahatlık katmıştı.
Günümüzde, hemen hemen her evde bulunan sıradanlaşmış buzdolabı ihtiyacı üzerinden siyaset yapmanın mantığını ben anlamış değilim.
O gün söylenen bu sözler iktidarın yaşadığı tükenmişliği gösteriyordu.
Çünkü AKP iktidarının söyleyecek sözü, anlatacak hikâyesi kalmadı artık.
Öyle ki; Rize'de sel felaketine uğrayanların, Marmaris’te orman yangını felaketi yaşayanların başlarına, "keyif çayı için!" diyerek çay paketleri fırlatacak kadar gerçeklerden koptu.
Bu bir tükenmişlik sendromudur.
Tüm bunlar, tel dolabı gibi son kullanım ömrünü tamamlamış bir siyasetin topluma verecek bir şeyi kalmadığını mı gösteriyor ne?
Bazı açıkgözlerin, miadı dolmuş ürünlerin son kullanım tarihlerini silip, yeni kullanım tarihleri yazmaları gibi AKP iktidarı da aynı yöntemle ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Yapabildiği sadece bu!
Mesut Karakoyunlu