ATATÜRK, İstanbul'da bulunduğu zamanlarda huzuruna çağırdığı sanatçılar arasında Selahattin Pınar da vardır.
Pınar bir anısını şöyle anlatıyor. "Arkadaşlardan Nubar (Tekyay), Dolmabahçe'de Büyük Gazi'nin huzurunda çalıyor; Gazi de zevkle dinliyor ve Nubar'a soruyor. “Kendi eserleriniz de var mı?”
Nubar da okumuş. Gazi bunu da çok beğenmiş; bir şarkısını daha istemiş. Bunun üzerine Nubar, “Efendim, benim başka şarkım yok ama bir arkadaşımın yeni güzel bir şarkısı var. Müsaade buyurursanız onu okuyayım”, diye benim bestemi okumuş.
(Güfte: Mustafa Nafiz Irmak, Usul: Curcuna, Eseri, şu linkten dinleyebilirsiniz.
https://sarkilarnotalar.blogspot.com/2011/04/anladim-sevmeyeceksin-beni-sen-nazli.
Nubar hakikaten güzel okurdu. Gazi'nin de pek hoşuna gitmiş.
“Kimin bu? Bu eserin sahibini öğrenmek isterim demiş.”
O da “Arkadaşlardan tanburi Selâhattin... “deyince, Gazi, “Bu kabiliyetli çocuğu tanısam..." demiş.
Ertesi akşam zaten tanıştığımız Kılıç Ali Bey telefonla beni davet etti. Otomobil gönderdiler, kalktım gittim. Büyük Gazi'nin huzuruna ilk çıkışım; heyecan içindeyim. Dolmabahçe Sarayı'nın muazzam salonunda nasıl adım atacağımı bilmiyorum. Gazi karşıda oturuyordu.
“Sizi yalnız dinleyelim... Dün gece Nubar Bey güzel bir eserinizi okudu. Bir de sizin ağzınızdan dinleyelim” buyurdu.
Emredersiniz diye okumağa hazırlandım ama, bir hata edeceğim diye ödüm kopuyordu. Tarif edilmez bir heyecan içindeydim. Hele bakışlarım gözlerine ilişince büyülenmiş gibi oluyor, titriyordum. Sazımı akort ettim ve tek başıma okudum. Çok mütehassıs oldu.
“Bir daha okuyun" dedi. Bu iltifatın verdiği sevinçle kabıma sığmayacak hale geldim. O anda dünyalar benim oldu. Tekrar okudum, yine takdir etti, yalnız sazımı beğenmemiş. "Bu madeni sazı değiştirin. Bunda bizim ananevi tanburumuzun hassasiyeti yok", diye buyurdu. O günden sonra madenî saza veda ettim. İtiraf ederim ki, sanatımda beni en çok teşvik ve teşci eden büyük halaskâr Atatürk'ün paha biçilmez iltifatlarıdır. O vakit gençlik de vardı. O'nun küçük bir takdir ve teşviki insana yaratmak kudretleri, hayata ve sanata bambaşka gözle bakmak, emniyet ve cesaretle bağlanma aşkını verirdi. Ve o kadar yüksek bir sezişi vardı ki, tarif edemem.
Aşkınla sürünsem
Florya Deniz Köşkü yeni yapılmıştı. Bir akşam oraya davet ettiler. Hafız Yaşar da orada idi.
“Bir fasıl yapın” dedi. Hüzzam faslı yaptık. O aralık yeni bestelediğim şu şarkı da vardı.
Aşkınla sürünsem, yine aşkınla delirsem
Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem
Bir gölge gibi ruhunun altında belirsem
Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem
(Güfte: Mustafa Nafiz Irmak, Makam: Hüzzam, Usul: Curcuna. Eseri Vedat Kaptan Yurdakul yorumuyla aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.)
https://www.youtube.com/watch?v=RonP0Gun4Jg
Bunu Atatürk bilmiyordu. O gece saz heyetiyle hep beraber çaldık, söyledik. İlk defa dinledikleri bu şarkı dikkat nazarını çekmiş... Fakat zekâya bakın.
“Durun...” dedi ve bana hitapla, “Bu şarkı sizin mi?” diye sordu.
“Evet efendim...” dedim.
“Ben anladım zaten... Sen bunu yalnız oku" buyurdu. O kalabalık saz ve hanende içinde daha ilk duyuşta, benim olduğunu sezişi beni hayrette bıraktı. Bu görülmemiş müthiş bir seziş hassasıdır. Sonra son derece hassastı. Meselâ, bir gece yine "Gel gitme kadın" şarkısını okurken, "Karşında esirim bana düşman gibi bakma" yerine gelince, ağlayarak masayı terk edip uzaklaştığını görmüştüm."
Gel gitme kadın, ruhumu hicranına yakma,
İnlet beni, öldür beni, ağyâre bırakma,
Karşında esirim, bana düşman gibi bakma.
İnlet beni, öldür beni, ağyâre bırakma.
Makam: Kürdili Hicazkâr, Beste: Selahattin Pınar, Güfte: Celadet Barbarosoğlu, Usul: Curcuna
“Gel gitme kadın” adlı eseri Selahattin Pınar yorumuyla aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=MAMy7FF_vOc
Diller üstü bir dil olan musiki, değişende değişmeyeni yakalayarak zamanı aşmanın yordamıdır.
Gazanfer ERYÜKSEL