1. Genel konular
a. Değerli dostlarım ve yüreği insan sevgisi odaklı Atatürk sevdalısı yurtsever insanlar sizlere Yüce Önder Atatürk’ün dil alanında yaptığı yenilikler ve devrimler hakkında aydınlatıcı bilgiler vermek istiyorum. Yüce önderin bu ülkeye yapmış olduğu hizmetlerin belki de en önemlilerinden biri de dil alanında yapılan yenilikler ve devrimlerdir. Bu nedenle aşağıda belirteceğim süreç sonrasında her 26 Eylül gününü Dil Bayramı olarak kutluyoruz. Lütfen bu uzun makalemi sonuna kadar okumanızı özellikle istiyorum.
b. Bir ulusun oluşmasındaki en önemli özelliklerinden ve bağlarından birisi de " Dil Birliği " dir. Dil, milli varlığı destekleyen en büyük dayanaklardan biridir. Millet dediğimiz en gelişmiş insan topluluğunun oluşmasında dil, en önemli faktörlerden biridir. Dil, milli yapıyı oluşturan ve sağlamlaştıran başlıca etkendir, ortak bağdır.
c. Osmanlıca, Arapça ve Farsçanın etkisi ile milli bir dil olmaktan uzak kalmıştı. Büyük halk kitlesinin konuştuğu dil ile aydınların konuştuğu dil arasında uçurumlar vardı. Aydınların, büyük halk topluluğundan ayrılması, milletin çeşitli diller konuşur sınıflar halinde bölünmesi sonucuna varmıştı. Dil birliğinden yoksun kalan bir ülkenin, milli birliği de tehlikeye düşmüştü.
ç. Osmanlıcanın Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımından oluşan melez ve halktan kopmuş dil yapısına karşı, Tanzimat döneminde ilk tepkiler görülmüş, gazeteciliğin gelişmesi ile de güç kazanmıştır. Bir kısım şair ve yazarların öncülük ettiği Osmanlıcayı yine Osmanlıca temelinde sadeleştirmeyi amaçlayan bu akım, devamlılık arz edememiş, sistemli bir gelişme gösterememiştir.
2. Dil bayramına ilişkin tarihsel gelişmeler.
a. Türk Dil Kurumu, kısaca TDK, Türkçeyi incelemek ve Türkçenin gelişmesi için çalışmak amacıyla 12 Temmuz 1932'de Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan kurumdur. Türkiye'nin başkenti Ankara'da yer alan kurum, Türk dili üzerine çalışmaların yapılıp yayımlandığı bir merkezdir. Türk Dil Kurumu 1955'ten başlayarak çeşitli dallarda ödüller verdi. Ödüller her yıl 26 Eylül Dil Bayramı'nda Ankara'da yapılan törenle sahiplerine verilir. Ödül verilen dallar farklı yönetmeliklere göre zaman zaman değişir. 1983'te T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alındıktan sonra Türk Dil Kurumu ödülleri kaldırıldı.
b. Kurum "Türk Dili Tetkik Cemiyeti" adı ile 12 Temmuz 1932'de Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla, devletten ayrı bir dernek olarak kurulmuştur. Kurumun kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Samih Rifat Bey, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Samih Rifat Bey'dir. Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin gereği, " Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak belirlenmiştir. Atatürk'ün sağlığında 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil siyaseti belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı için yayınlanan bildiride kurultaya yalnız uzmanların, Türkçe edebiyat öğretmenleri ile yazarların değil, halktan da dileyenlerin katılması öngörüldüğü için, yayımlanan bildiride " Kadın erkek her Türk yurttaş Türk Dili Tetkik Cemiyeti üyesidir. Kendini kurultaya çağrılmış saymalıdır " denilmişti.
c. Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divânu Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi yapıtlar üzerinde yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır.
ç. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü'yle ilgili çalışmalar da Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin dilbilgisi, sözlüğü, yazımı ve terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlemiştir.
d. Türk Dil Kurumu'nun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede Atatürk'ün öncülüğünde özleştirme akımı başlamıştır. Atatürk'ün ölümünden sonra Öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmayı 1983'e dek sürdürmüştür.
e. Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile malvarlığının bir bölümünü Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu'na bırakmıştır. Fakat Atatürk'ün vasiyetnamesi 1983'te bu kurumlar devletleştirilerek çiğnenmiştir. Türk Dil Kurumu, 1940'ta Bakanlar Kurulu kararıyla " kamu yararına çalışan dernekler" statüsü kazandı. 1951'de Demokrat Parti iktidarının bütçe görüşmeleri sırasında kurumun ödeneğinin kesilmesine karar verildi. Bir başka önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınarak devletleştirilmiş ve dernek tüzel kişiliklerine son verilmiştir.
3. Dil konusunda yapılan devrimlerin tarihsel gelişimi ve hedefleri
a. Dil konusunda yapılan yeniliklerin tarihsel gelişimi
(1) Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, Türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır. Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya... uymayanların boynu vurula....” diyerek Türkçenin ve Türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir. Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı Türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir. Günümüzde 13 Mayıs tarihi her yıl Karaman’da Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
(2) Servet-i Fünun edebiyatı dönemi dilde gericilik akımına imkân verdi. ”Sanat sanat içindir” parolası adı altında Servet-i Fünuncular, içerikten çok biçime önem veriyor, halka değil bir avuç seçkine sesleniyorlardı. Çok ağdalı bir dil, Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle dolu edebi tarzı geliştiriyorlardı. Halkın konuştuğu dilden ayrılan ve Türkçeyi çıkmaza sürükleyen bu gidiş, bazı yazarların tepkisine rağmen durdurulamamıştı.
(3) Bizde dil reformu konusunda ilk bilinçli ve olumlu adımı 1911 ‘ den itibaren Selanik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemlerin yazarları Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp atmışlardır. Bu akım, 1932’de başlatılan “ dil inkılâbı “ ile yeni bir evreye yönelmiş ve milli bir dil siyasetine dönüştürülmüştür.
(4) Atatürk, Türk dilini kendi milli asil kimliğine kavuşturmaya ve kendi benliği içinde zenginleştirerek büyük bir kültür dili haline getirmeye, 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyetini ( Türk Dil Kurumuna dönüşmüştür) kurarak gerçekleştirmeye çalışmıştır.
(5) Atatürk, Sadri Maksudi Arsal’ın “ Türk Dili İçin “ adlı eserine 2 Eylül 1930 ‘da şu yazıyı yazarak Türk Dil İnkılâbının önemini belirtmiştir.
(a) Milli duygu ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde başlıca etkili unsurdur. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçli bir şekilde işlensin.
(b) Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
(c) Dildeki bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın bir parçası sayan Atatürk, dilde yapılacak devrimle bağımsızlığa kavuşmanın mümkün olacağı kanısındadır. Dil devrimi, Türk devriminin temel prensiplerine de uygun olarak, dilde millileştirme ve bu akıma güç kazandırma devrimidir.
b. Dil devriminin hedefleri
(1) Dilimizi, Osmanlıcanın Türkçeye yabancı kalmış ve halk tarafından benimsenmemiş kelime ve kurallarından arındırmak.
(2) Aydınların dili ile halkın dili, yazı dili ile konuşma dili arasındaki açıklığı kapatmak.
(3) Atılan yabancı kelimelerin yerine halk ağızlarından, yazılı kaynaklardan alınan kelimelerle Türkçenin kendi kurallarına göre türetilmiş kelimeleri getirerek Türkçeye milli bir gelişme yolu çizmek.
(4) Dil üzerine yapılan araştırmalarda Türkçenin zenginliğini ortaya koymak.
(5) Türkçeyi çağdaş medeniyetin gerektirdiği her türlü ihtiyaçları karşılayabilecek kelime ve kavramlara sahip, yaratıcı, işlek bir dil durumuna getirebilmek.
(6) Türkçenin kendi kaynaklarında beklenilen terimlerle ilim diline gelmesini sağlamak.
c. Atatürk’ün dil devrimine yönelik temel düşünce ve uygulamaları.
(1) Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurduğu 1932 yılında, TBMM. ni açış konuşmasında , “ Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, alakalı olmasını isteriz “ , sözü ile dildeki gelişme ve sadeleşmeyi sadece toplumda bir akım olarak değil, yasama ve yürütme organına da düşen bir görev olarak göstermiştir.
(2) Atatürk’ün 1932 yılında başlattığı ve çalışmalarına bizzat katıldığı dil devrimi ile Türk diline devlet felsefesinin ve milli kültür siyasetinin gerekli kıldığı bir anlayışa yönelmiştir.
(3) Türkiye Cumhuriyetinin devlet felsefesinin temelinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin ön safına çıkarma amacı yer aldığına göre, dilimizin de uzun vadede böyle bir uygarlık seviyesinin gerekli kıldığı bütün kelime, kavram ve terimleri karşılayabilecek bir kültür dili durumuna getirilmesi gerekiyordu.
(4) Bu amaçla, Osmanlıca içinde kısırlaşmış dile (Türkçeye) kelime türetme imkânları bakımından işlerlik kazandırılmış, Osmanlıca dolayısıyla aydınların dil ve kültürü ile halkın dil ve kültürü arasındaki kopukluk ve ayrılık giderilerek, dile birleştirici bir özellik kazandırılmıştır.
(5) Sonuç olarak; Atatürk’ün kişisel çabaları ile gerçekleşen dil devrimi ile Türkçenin bütün meseleleri bir bütün olarak düşünülmüş, sistemli bir şekilde başarıya ulaştırılmaya çalışılmıştır.
ç. Yeni Türk harflerinin kabulü
(1) Harf inkılâbı, dil inkılâbını hazırlamıştır. Türkçenin ses yapısına uygun bir temelde hazırlanmış olan yeni Türk yazısı, dildeki yabancı kelimelerin atılmasına sebep olmuştur. Tarihte olduğu gibi milli kültürümüzün temeli olan dilde de millileşmek bir zorunluluktu.
(2) Harf İnkılâbının ilk adımı, 20 Mayıs 1928’ de 1288 sayılı kanunla Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek Uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştır.
(3) 1 Kasım 1928’de, daha önce Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan harfler. Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek, Türk harfleri adı ile 1353 sayılı kanunla kabul edilmiştir.
(4) Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet’in kabulünden sonra başlamış, ancak bu harfler Türk diline hiçbir zaman uymamıştır.
(5) Arap harfleri, Arapçaya çok iyi uymakla beraber, Türk dili için yetersiz ve elverişsizdi. Türkçe Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Konuşulduğu halde yazılamayan, yazıldığı gibi okunamayan bir yazı dili Türk kültür hayatını baltalamakta idi.
(6) Arap harfleriyle okuyup yazma sınırlı bir sınıfın, özellikle idarecilerin ve ilmiye ( din bilginleri ) sınıfının imtiyazında idi.
(7) Okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesine çalışmak, ancak harf inkılâbı ile sağlanabilirdi. Ahmet Cevat Emre’ye göre , “ Eski yazının en büyük mahzuru, Arap fonetiğine (ses düzeni) esir bir yazı olmasıydı. Yazımızı ancak yabancı seslerin harflerini atmakla özgür ve milli bir yazı olarak yazabilirdik ”
(8) Aynı yazar, Arap harflerinin kullanmanın onur kırıcı yönüne de değinerek, bunu bir kültür bağımsızlığı şeklinde ifade etmiştir; “ Siyasi bağımsızlığını emsalsiz kahramanlıklarla kazanmış olan Türk milleti, Arap fonetiğine (ses düzeni) esir kalmasına nasıl tahammül edebilir? “
(9) Atatürk’ün emri ile oluşturulan özel bir komisyon yeni Türk Alfabesini hazırlamış ve Atatürk’ün direktifi ile üç ay gibi kısa bir zamanda uygulamaya konulmak üzere çalışmalar başlamıştır. Komisyonun hazırladığı alfabe ciddi bir çalışmanın sonucu olduğu gibi, Türk dilinin özelliklerine de uymakta idi.
(10) Harf İnkılâbının ilk mutlu müjdesini büyük önder Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul’da Sarayburnu Parkında düzenlenmiş bir şenlik sırasında halka duyurmuştur.
“ Arkadaşlarım, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle kesinlikle çok çabuk bir zamanda mükemmel bir suretle anlaşacağız. Milletimiz, yazısıyla, kafasıyla bütün Alem-i Medeniyetin ( uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz.”
(11) 25 Ağustos 1928’de Ankara’da toplanan Öğretmenler Birliğinin Dördüncü kongresinde, öğretmenler, son Türk’ü yeni harflerle okutup yazdırıncaya kadar Büyük Kurtarıcının açtığı bu yeni yolda sebat ile çalışacaklarına sebat ile çalışacaklarına yemin ettiler.
(12) Harf İnkılâbı, bin yıllık Arap harfleri ile yazma geleneğini yıktığı, batı kültürü ile yakınlaşma sağladığı, Atatürk’ün önderliğinde kültür devriminde yol açtığı için büyük bir tarihi olaydır. Sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankılar yaratmıştır.
(13) Eski harflerin kaldırılması ile Arap kültürünün tesiri tamamen yok edildiği gibi Türkiye’yi de Avrupa’ya yaklaştırmıştır.
4. Günümüzde Türkçe dil devrimine ve birliğine yönelik tehditler ve gayretler. Alınması gereken dersler ve yurttaşlarımıza düşen görevler.
a. Günümüzde Türkçe dil devrimine ve birliğine yönelik tehditler ve gayretler.
(1) Anayasamızın değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinden Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Görüldüğü gibi resmi dil Türkçedir ve hiçbir şekilde eğitim ve öğretim faaliyetleri başta olmak üzere kamusal alanda başka hiçbir dil ve lehçede yayın yapılamaz.
(2) Ancak Avrupa Birliği’nin, uygulamasını öncelikle istediği Kürtçe yayınlar için TRT düğmeye bastı. Yasa uyarınca TRT haftada iki saat televizyon yayını yapacak. Bu yayınlar Türkçe altyazılı olarak gerçekleştirilecek. Ancak yayının ne zaman ve hangi dillerde yapılacağı konusunda kafalar karışık... TV.nin kanalı 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren TRT 6 adıyla “ Kürtçe “ yayınına başladı. Bu yayının adı 2015 yılından “ TRT Kürdi ” olarak değiştirildi. Daha sonra Karadeniz bölgesindeki bazı şehirlerimizde “ Lazca “ yayına başladı. Hatta basından izlediğimiz kadarıyla da bazı şehirlerde “ Arapça “ eğitim – öğretim verildiğini öğrenmiştik.
(3) RTÜK kontrolünde olması gereken tüm TV, Radyo ve yazılı basında akla hayale gelmeyecek konuşma ve yazışmalar ve duyurular da görmekteyiz. Örneğin “ Bu bir kamu spotudur “ veya “ Şirketimizin lansmanı yapılacaktır. ”vb. Bu tür yaşanan üzücü örnekleri artırabiliriz. Üzücü olan bu olumsuzlukların kamu kurumu olan kuruluşlarda olmasıdır.
(4) Son yıllarda özellikle AKP iktidarı döneminde Osmanlıca eğitimi verilerek ülkemizde Arapçaya özendirilmesi çalışmaları bilinçli şekilde yapılmaktadır. Aslında bu uygulamaların hedefi Türkiye Cumhuriyetinin bekasına karşı yapılan yıkıcı ve ayrıştırıcı gayretlerdir. AKP iktidarında güzel Türkçemizi yozlaştırmak ve ülkemizdeki milletin en büyük bağını koparmak için neler yapılması gerekiyorsa her türlü uygulamalar ortaya konmaktadır.
b. Alınması gereken dersler ve vatandaşlarımıza düşen görevler.
(1) Ne yazık ki ülkemizde konuşurken veya yazı dilinde ve de tüm pano ve tanıtım afişlerinde Türkçe olmayan sözcükler kullanılmaktadır. Bunlara karşı öncelikle duyarlı yurttaşlar olarak önleyici çalışmalar yapalım. Gördüğümüz aksaklıkları Valilik ve Belediyelerin ilgili birimlerine bildirelim. En azından bugünkü devrimin önemini herkese duyuralım. Bir insanın kendi ana dilini bilmesi ve konuşmasından doğal bir şey olamaz. Ancak bir ülkenin resmi dili farklı olamaz ve millet olabilmenin gereği olan bağın kopmasına neden olur. Bu nedenle Türkçe anayasamızda resmi dil olarak değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek şekilde Anayasa’nın üçüncü maddesinde yerini almıştır.
(2) Dilimizin birtakım sorunlarla karşı karşıya olduğunu da söylemek gerekiyor. Aslında bunlar Türkçenin değil, Türkçe konuşanların sorunları. Eğitim, anne karnında başlayan ve temelleri okul öncesi çağda ailede atılan bir süreçtir. Dil eğitimi önce ailede başlar ve anne-baba sorumlulukları yüksektir. Onlar konuşmalarıyla çocuklarına örnek olacaklar. Temelinde de Türkçe öğretimindeki yetersizlik, bilgisizlik ve ana dil bilincinden yoksunluk yatıyor. Okullar ise bu sürecin akademik bilgiyle geliştirildiği ortamlar. İşte bu noktada başta ailelere ve eğitimin her kademesindeki öğretmenlere büyük görev düşüyor.
(3) Öğretmen ve akademisyen seçiminde son derece titiz davranmak durumundayız. Bireylere ana dil bilincinin ve dil zevkinin kalıcı şekilde yerleştirilebilmesi için akademisyen ve öğretmen adaylarına Türkçe yetkinlik sınavının yapılmasını öneriyoruz. Öğretmenler derslerde Türkçeyi güzel ve doğru konuşacak. Öğrencilerin bol kitap okunması önerilecek ve teşvik edilecektir.
(4) Dil devrimi ile ilgili olarak geçtiğimiz yıllarda birkaç konferansa katıldım. Ama üzülerek söylemeliyim ki yine eleştirel konuşmalar, ülkemizde dil konusunda olan olumsuz gelişmeler ve yine belli yaşın üstündeki Atatürk Sevdalısı çağdaş ve Yurtsever dostlarımızla birlikte bu konferansları izledik. Asla çözüm odaklı konuşmalar yapılmıyor ve sadece çaresizlik içerisinde dil konusunda bilinçli olarak yapılan hatalı ve uygun olmayan davranışları konuşmaktan ileri gidemiyoruz. Konuşmacı olarak gelen kişilere şu soruyu soruyorum. “ ÇÖZÜM NEDİR ve DUYARLI YURTSEVERLER OLARAK NELER YAPMALIYIZ “. Lütfen bu devrimin değerini çevrenizdeki dostlarınıza ve aile bireylerinize özellikle gençlere duyurun. Her şeyden önce dilde yapılan devrimler, önce birbirimizi anlayabilmek için tüm yurdumuzda homojen (aynı özelliklere sahip) bir şekilde birbirimizi kolayca anlayabileceğimiz bir ortamın oluşmasını ve Türkçenin bilim dili olmasını sağlamıştır.
(5) Türk ulusunun ve halkının birlik ve beraberliğinin oluşmasında en etkili bir bağ olmasına öncülük etmiştir. Bir ulus dilini kaybederse sömürgeci devletlere yem olur ve bağımsızlığını da kaybeder. Türkçenin en önemli özelliklerinden birisi de bilim dili olmasıdır. Özellikle Türkçe bu konuda çok yeterlidir. Umarım ülkemiz bu konuda yaşanan sorunları aşacaktır. Bu duygularla 26 Eylül Dil Bayramımız kutlu olsun. Türkçemize bugüne kadar başta yüce önder Atatürk olmak üzere emeği geçen her yurttaşımıza minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Saygılarımla
Tarihçi, Yazar ve E. Albay Kemal KARAKUZEY