Hemen hemen herkesin annesinin çocuklarıyla ilgili inanılmaz fedakarlık ve özveri örneği, ömür boyu unutulmayan anıları ve hikayeleri vardır.
Bu nedenle, annemin, çocukluk hayallerimin gerçekleşmesinde; yaşamıma kattıklarını, bunun için yaptıklarını anlatmadan geçmem mümkün değil...
Annem, baba tarafından Balkan göçmeni... Milliyetçilik akımlarının başlamasıyla birlikte Arnavutluk'tan, Selanik'e oradan da gemilerle Antalya’ya getirilip, iskan edilmiş bir aile...
Annemin dedesinin adı Toska Ramazan, babasının adı Toska Mahmut.
Köken olarak Arnavut, yaşadıkları inanılmaz göçler ise etnik kökenleriyle ilgili değil, inanç olarak Bektaşi kültürünü sahip olmaları ve Osmanlı'ya bağlılıkları nedeniyle...
Aile asimile olarak Sünnileşmeye uğramış olsa da bu ritüelden öteye geçmemiş; Allah sevgisi, insan sevgisi, geniş hoşgörü, güçlü paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma duygusu, değişime ve yeniliklere açık, kavgacı değil barışçıl çözümde katılımcı bir yaşam geleneği bir şekilde de Türkiye'de doğan annemin genlerine işlemiş diye düşünüyorum.
Okuma yazması yoktu ama hafızasında biriktirdiği olaylar, sözler ve deyişlerle konuşur, çevresindekileri yukarıda sıraladığım değerlerle kucaklar, ayrımsız her kesimden insanlarla unutulmaz güçlü dostluklar kurardı. Bu nedenle bir derdi olan ona koşar, böyle gelenin mutlaka derdine derman olacak bir çözüm bulurdu.
Bu konuda bir örnek; kendisine karın ağrısıyla gelen komşusu genç bir kadını dinledikten sonra, Senin derdin benlik değil, doktorluk, deyip, üst donunu giyip, örtüsünü başına takıp, kadının koluna girip mahallemizdeki hastane aciline ambulans gibi yetiştirir.
Kadın yapılan tetkiklerin ardından hemen ameliyata alınır. Zamanında müdahale ile ölümden dönen kadın, narkozun etkisinden çıkarken, "Sen profesör müsün be Emine teyze! diye bağırarak gözlerini açar.
Hiç okul eğitimi görmemiş Annem, yardımcı olduğu bir komşusunun gözünde profesörlük ünvanına sahip olmuş bir kadındı.
Asıl hikâyeye gelince;
Babam, ben doğmadan, geleceğimle ilgili; erkek olursa ilk çocuğuma börekçilik mesleğini el olarak vereceğim diye bir plan yapmış.
İlkokulu bitirdikten sonra babamın planı işlemeye başlıyor ve okul hayatım bitirilerek ortaokula gönderilmiyorum.
Kur'an kursları ve birkaç aylık Yeşil Elmalı Gazetesi serüvenimden sonra börekçi olmak için baba mesleğinde çalıştırılmaya başladım.
Böyle bir uğraşla gazetecilik ve köşe yazarlığı hayallerimi gerçekleştirmek mümkün değildi.
Bunun için tek yol vardı; eğitim hayatına devam etmek.
Bu isteğimi anneme açıkladım, onun da benim okumamı istediğini öğrenince konuyu babama ilettiğimizde kemikleşmiş kararından döndürmek mümkün olmadı.
Ben ağlamaya başladım, annem beni diğer odaya götürerek, Sabret, bu sorunu çatışmadan güzellikle halledeceğiz, dur daha, işin başındayız, bu işler hemen olmaz, olgunlaştırmak gerekir, dedi.
Ortaokul kayıtları açılmadan önce annem bu konuyu tekrar babama açtı. Babam kesin bir dille, Olmaz! Deyince, annem, O zaman oylama yapalım, dedi. Benim katılmadığım oylama bir karşı bir oldu. Annem, çocuğun da oy hakkını çeyrek kabul edersek bu iş bitti. Çocuk okula gidiyor, dedi. Babam 'Hayır dedi, ailede reisin oyu eşitlik halinde iki sayılır, bu konu kapanmıştır, dedi. Annemin ikinci hamlesi de böylece boşa çıkmıştı.
Ben yine üzgün ve ağlamak üzereyim, annem bana biraz kızarak, Yelkenleri suya indirme hemen, çare tükenmez, yapacak hamlelerimiz var daha, dedi. Bu sırada ortaokul kayıtları açılmış, zaman daralıyor. Anne bir çözüm buldun mu? Dediğimde; Bekle bi hele, düşünüyorum, bir fikir geldi aklıma, dedi.
Sesli düşünen annem; mahallemizden bir çocuğun okuyup, adam olması mahallenin de gururudur, o zaman.. .Dedi ve üzerine bir şeyler giyip dışarı çıktı. Neler olduğuna bir anlam veremedim ama annemin bir bildiği vardır dedim ve bekledim.
Akşam oldu, annem babama, Bu akşam misafirlerimiz var… Hazırlık yaptım, dedi. Televizyonun olmadığı günlerde bu tip gelip gitmeler, çok olağan şeyler olduğu için babam memnuniyetle karşıladı.
Akşam oldu, mahallenin sözü dinlenir ne kadar kişisi varsa toplanmış evimize geldiler.
Akşam eve misafir geldiğinde çocuklar için sokağa çıkma özgürlüğü vardı, o akşam arkadaşlarla sokağa çıktık, ay ışığında oyunlar oynadık. Ne kadar oynadık bilmiyorum, bizim misafirler evlerine dönmeye başlamıştı.
Eve geldiğimde, annem beni kucakladı, hadi gözün aydın, okula gidiyorsun, dedi. Şok olmuştum, sevinçten dilim tutuldu, zorlukla konuşarak, babamı nasıl ikna ettin, dedim. Annem, Hani dün evden çıkmış, bir yerlere gitmiştim ya.. Evlerine gittiğim o kişiler, eve misafir gelen komşularımızdı. Onlara bize gelmeden senin okuma isteğini anlattım ve oğlum okur, adam olursan bunun mahallenin gururu olacağını, bu yüzden babanın birşekilde ikna edilmesin gerektiğini anlattım. Bunun için onları eve davet ettim, dedi.
Bu akşam mahallelinin sözcüsü olarak, Şakir amcan (Sarı Şakir, babamın çok sevdiği bir arkadaşı)
"Mehmet usta, bu çocuk senin olabilir, çocukla ilgili tercihlerine saygı duyarız..ama iş okumak olunca, mahalleli ve arkadaşın olarak, çocuğunla ilgili böyle bir kararda bizim de söz hakkımız olduğnu düşünüyor, bu çocuğun okuma isteğini dikkate almanı istiyoruz. Çocuğunun hayallerini kırma." diye bir konuşma yaptı.
Bunu üzerine baban, Oğluma meslek olarak el vermek, bu da benim hayalim, lütfen siz de benim hayalimi kırmayın, dedi.
Babanın pek sert olmayan direnişini kırmak için bir başka sağlıkçı Osman amcan; Mehmet usta, burada toplanan aslında mahalle meclisi, bu kararı mahalle meclisimiz versin, oylama istiyorum, dedi.
Bunun üzerine yapılan oylamada babanın Reisliği 1'e karşı on oyla sona erdi. Mahalle kazandı, sen okullu oldun.
Bugün bile yapılamayan demokratik bir yaklaşımla, bir şekilde aile reisi babamın gücü sona erdirilmişti..
Bu sözün söylendiğine yıl 1964...
Bugün bunu başaramayan siyasete verilebilecek en güzel demokrasi dersini okuma yazma bilmeyen bir kadın, Annem 57 yıl önce vermişti, hem de kırmadan, dökmeden katılımcı demokratik bir yöntemle...
Hayallerimi gerçekleştirmem için annemin izlediği bugün için oldukça demokratik hamle önümü açmış, ortaokula kaydım geçekleşmiş, üç yıl aradan sonra okullu olmuştum.
Artık hep kendimle yarıştığım bir döneme girmiştim, öğrendiğim her yeni şeylerle korkularımı kırarak ve tortularımı atarak...
Mesut Karakoyunlu