Bu yazımda, korkularımız nedeniyle söylemekten çekinilen hakikatler üzerine düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Doğru bildiğim hakikati söylersem; ötekileştirilip dışlanır mıyım, düşman mı kazanırım, hain mi olurum, dinsizlikle mi suçlanırım kaygısıyla insanlar düşüncelerini açıklamaktan korkarlar.
Bu nedenle bir zamanlar, mahalle baskısı olarak karşımıza çıkan, "Sonra ne derler?" sözü, hakikati saklamak için mazeret olur.
Rahmetli babam, şeker hastalığı nedeniyle gözlerinin görme yeteneğini %70 kaybettiğinde bir Ramazan ayıydı. Doktoru, "Aman amca oruç tutup, seni birkaç yıl daha idare edecek %30'luk görüşünü de kaybetme, sonra kör olursun!" demişti.
Ama babam, konu komşu ne der? Diyerek hakikati görmezden geldi ve oruç tutmayı sürdürdü. Ramazan bittiğinde babamın gözleri de bitmiş, artık hiç görmüyordu. Bedelini ölümünü çabuklaştıran körlükle ödemişti.
İktidarın yanlışlarını eleştirenleri, öneri taşıyanları darbecilikle suçlayan, teröristlik ve hainlikle yaftalayan Akp iktidarı karşısında muhalefet, yanlış anlaşılır mıyız, "sonra halk ne der" korkusuyla hakikati tam ifade edemiyor artık.
Çünkü seçimi vermemek için her şeyi göze almış, Siz daha neler göreceksiniz! Diyerek muhalefeti tehdit edecek kadar ileri giden bir zihniyetle karşı karşıya...
Yasal mevzuata göre kurulmuş parlamento dışı ve içi tüm muhalif kesimlerin birlikte güçlerini birleştirerek seçimlerde yaratacakları %10'luk fark, tartışmasız tek adam düzeninden Türkiye’yi kurtaracak, yeni bir düzenin önünü açacaktır.
Hakikat bu!
Ne var ki bir masa etrafında toplanan 6 muhalefet partisi, parlamentoda aynı çatı altında birlikte oldukları HDP'yi aralarına almaya, teröristlikle suçlanmak korkusuyla yanaşamıyorlar.
Bu parti terörist ise parlamentoda ne işi var bile diyemiyorlar.
"Sonra ne derler" diye
Korkuyorlar.
Babam örneğinde olduğu gibi sonra ne derler korkusunun ecele faydası yok.
Uğur Tuncay'ın Toplumsal Düşünce Platformundaki Macaristan Seçimleri ve Türkiye irdelemesindeki yazısında belirttiği gibi;
"Kendimize güvenmeli, düzeni değiştirmek isteyenlerle yan yana gelmeli; hayatın her alanı siyasallaştırılmalı ve korkarak geleceğin kurulamayacağı bilinmeli. Ardından, halkı harekete geçirecek olan cevapları barındıran doğru soruların peşine düşülmelidir."
O zaman ne yapacağız?
İktidarın zulme dönüşen düzeninden kurtulmak için MUSA mı olmak gerekiyor ne?
İsrailoğullarını temsil eden Musa ile Firavun arasında kıyasıya bir çatışma vardır.
Firavun Musa'ya mucize yarışı teklif ediyor. Musa kazanırsa kavmiyle birlikte Mısır'dan çıkışına engel olunmayacak.
Görünürde mucizelerle süren bu yarışmada; aslında, kim neyin olmasını istiyorsa, o doğrultuda mücadele etmeli, emek vermeli, çaba ve zaman harcamalıdır diyen düşünce galip geliyor ve Musa kazanan oluyor.
Ne var ki Firavun yenilgiyi kabul etmiyor, Musa ve kavminin Mısır'dan çıkışına izin vermiyor.
Aksi takdirde zulüm düzeni bozulacak.
Bunun üzerine Musa halkını topluyor ve onlara şunları söylüyor:
"Firavun ‘un yenilmez olmadığına tanık oldunuz, Firavun’ un Tanrıları ne derse desin, Hak bizimle, bu köle düzenine korkusuzca karşı koyabiliriz.
Meşru olan biziz, artık Mısır'dan çıkıyoruz, yolda çekeceğimiz sıkıntılar, Firavun ‘un zulmünden daha kötü olamaz!"
Böylece Musa, Firavun düzenine karşı halkı cesaretlendirerek,
kurtuluşa yeni bir yol açmış, düşmüş önlerine, Kızıldeniz bir şekilde yarılmış, yürüyerek geçmişler karşıya.
Musa çıktığı bir kayanın tepesinden kavmine şöyle seslenmiş:
-Ey halkım! Hakikat, Firavun’ un zulmünden kurtulmaktı.
Korkularımızla birlikte Firavun düzenini kırdık, Kızıldeniz engelini aştık, Mısırdan çıktık, hakikat hayat buldu, Firavun' a köle olmaktan kurtuldunuz.
Artık yeni hakikatimiz, vaat edilmiş topraklara ulaşmak.
İşte Musa olmak bu!
Toplum yaşamında bazı anlar vardır, güç atfedilenler "ne der" diye korkulmaz, Musa gibi alınacak radikal bir kararla, mutlaka hakikate bir yol bulunur.
Mesut Karakoyunlu