Farklı etnik köken ve inançtan toplumların, yüzlerce yıl birlikte yaşadığı çok kültürlü coğrafyalarda, farklılıklarına rağmen; komşu olmuş, birbirlerinden alış veriş yapmış, dostluklar kurmuş, sevgili bulmuş, evlenmiş; çor çocuk sahibi olmuş insanları; nasıl oluyor da inanılmaz düşmanlıkların cellatları ve kurbanları olabiliyorlar?
Bu soru; kendi dışında olanı veya ötekini tanıma, onun da var olma, kendini anlatma ve geliştirme hakkına sahip olduğu fikrine dayalı çoğulcu kültürün toplumsal bilince ve yaşam tarzına dönüşerek, günlük yaşama ne kadar girdiği ile ilgili bir duruma dikkat çekiyor.
Çok kültürlü Balkanlarda, özellikle Bosna Hersek’de yaşanan, sonuçları itibarıyla büyük travmalara neden olan etnik temizliğe dayalı vahşet, yukarıdaki soruya yanıt olabilecek, acı ve hüzün dolu bir yaşanmışlık.
Son günlerde, insanlığımdan utanarak okuduğum, okurken bu kadar da olmaz dediğim zulmün inanılmaz iğrençliklere imza attığı Bosna’da yaşananları, Reyes Monforte’nin “Saklı Gül” adlı kitabı, en ince ayrıntısına kadar anlatıyor.
1992 yılında Bosna-Hersek'te Sırp milliyetçiliğinin gerçekleştirdiği insanlık dışı katliamı anlatan bu kitap, Hitler faşizminin milyonlarca insanın canına mal olan zulmünden sonra yaşanmış en acı olaylardan birini tüm çıplaklığıyla insanlığın vicdanına sunuyor.
Bosna’da yaşanan; aşağılama, işkence ve tecavüzleri Boşnak kızı mağdur Zehra’nın tanıklığında, sevgilisi Sırp genci Aleksandar’nın soydaşlarından gördüğü işkenceyle birlikte anlatan yazar, genellemelerin sorunu derinleştirdiğini; bu zulme karşı olan Sırp, Hırvat ve Boşnaklar arasında geçen diyaloglarda veriyor.
Yüzyıllar önce yaşanmış, kabuk bağlamış kin ve nefret.. Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan belirsizlik ortamında kaşınan ötekini yok etme arzusuyla birleşince, inanılmaz zulümlere sahne olan etnik temizliği beraberinde getirmiştir.
Bazı Sırpları, diğerlerini de baskılayarak, o güne kadar barış ve huzur içinde, kardeşçe birlikte yaşadıkları ötekileri boğazlayabilecek duruma.. nasıl bir ruh hali getirebildi?
İçindeki “öteki”yi farklılığıyla kabullenmeyi ret eden, insanlığını, tüm değerleriyle birlikte açtığı mezara gömen.. böylece içlerinde taşıdıkları farklılığı ötekileştirerek aşağılamayı, tacizi, işkenceyi ve tecavüzü, üstünlüğünün ona verdiği bir hak olarak görmeye başlayan.. artık insanlıktan kopmuş, insan görünümlü bir canavara dönüşmüş bir ruh hali olsa gerek!?
Bu boyuta geçmiş böyle bir yaratıkta; öfke, kin ve nefretin harmanlandığı canavarlıkla, ötekine yapılacak; insan olarak aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği her türlü kötü muamele, üstünlüğün verdiği hazza dönüşmüştür artık.. iflah olmaz hastalıklı bir ruh hali…
Şerif Turgut’un da ifade ettiği gibi içimizde saklı, pusuya yatmış “öteki” duygusu, kimimizi cellat kimimizi kurban durumuna düşürüyor.
Bu nedenle; birlikte yaşama kültürünü çoğulcu demokrasiyle beslemeyi, ötekileştirmeye dayalı gerilimlerin yarattığı sorunların çözümünde geçerli bir yaklaşım olarak düşünüyorum.
Mesut Karakoyunlu