Devletin gelirleri azaldıkça, Sarayın lüks harcamaları artmaya başlamıştı.
Bu nedenle hazinde para bulundurmak için içerde ve dışarıda tefeci piyasalarından borç alınmaya başlandı.
Öyle ki "borç üstüne borç... Alınan borcu ödemek için borç... Borç ödemek için alınan borcun faizini ödemek için borç... Sonra da borcun faizini ödemek için borç..."
Saray saltanatının tek amacı vardı, bu kısır döngüyü sürdürebilmek için yeni borçlar bulmak.
İktidar, büyük devletlerin çıkarlarını gözeten bir politikayla ilişkileri dengeleyerek, düzenin çöküşünü olabildiğince ötelemeye çalışıyordu.
Saray'dan nemalananlar dış politikada iktidarı başarılı buluyorlar şatafatı ülkenin itibarı olarak algılıyorlardı. Ne var ki toplumun duyarlı kesiminde bu çöküşün duracağı konusunda umut yoktu.
Geçim sıkıntısı ülkenin her yerinde hissediliyor ama hâkim basında bu konu haber bile olmuyordu Hatta ülkenin başarılı bir şekilde yönetildiğini ifade eden ısmarlama yayınlar yapılıyordu.
Bu düzen, idarenin başkalarıyla birlikte kendi kendini aldatarak, durumu idare etme düzeniydi.
Buraya kadar anlattıklarımı tekrar okuyunca, bir açıklama yapmam gerektiğini fark ettim.
Hemen açıklayayım; anlattığım ülke bu günün Türkiye'si değil...
Sürdürülemez bir İdare-i maslahatcı düzeni devam ettiremediği için Sevr anlaşmasını imzalamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu'nun Abdülhamit döneminden bir kesit anlattım, o kadar!
Mesut Karakoyunlu