Cumhuriyet, inatlaşarak, kırıp dökerek, ötekileştirerek kutuplaşmayı keskinleştirerek, meşruiyetin sağlanamayacağının, insanları yönetmenin çatışarak değil barışla sağlanabileceğini tecrübesini "Yurtta barış, dünyada barış" şiarıyla ifadeleştirmiştir.
Kurumlarda ve ülkelerde de barış ve huzurun arkasında; çatışma kültüründen uzak, hakka, hukuka, kısacası insana ve emeğe değer ve önem veren idarecilik anlayışı vardır.
Kadim Anadolu barış kültüründen beslenmiş, Cumhuriyetin ikinci on yılında yaşanmış bir olayı sizlerle paylaşarak.; iyi bir idarecilik nasıl olurmuş göstermek istedim
Lütfen okuyun; barış ve huzuru sağlamak bu kadar kolay mı diyerek hayretler içersinde kalacaksınız.
Toplumu bir arada tutmak ama nasıl?
Bazılarınızın bildiği gibi köy enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında kuruldu. Bu projenin mimarı dönemin ilköğretim genel müdürü İsmail hakkı Tonguç... Cumhuriyetin öğretmen ihtiyacını karşılamak için uygulamaya konan proje, 1946 yılında ilk mezunlarını verecektir. Had safhada olan öğretmen açığını karşılamak için 6 yıl beklemeyi çok bulan Tonguç, yine dönemin milli eğitim bakanı olan Hasan Ali Yücel’e bir de “eğitmen” projesini sunar. Bu projeye göre; askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapmış genç köylü vatandalar, 6 ay kurstan geçirilecek; başarılı olanlar, okuma-yazma ve dört işlem matematik bilgilerini vermek üzere köylerine eğitmen olarak atanacaklar. Bu şekilde 6 yıllık boşluk telafi edilmiş olacak. Şair Can Yücel’in babası olan bakan hasan Ali yücel projeyi olumlu bulur. Ne var ki dönemin Ankara valisi, 'Öğretmenlik köylünün yapacağı iş değil, uzun soluklu bir eğitimle yapılacak bir iş. Bu nedenle bu projeye karşıyım’ der. Buna rağmen bakan hasan Ali Yücel projeyi onaylar; askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapmış genç köylü vatandaşlara çağrı yapılır. Katılanlar 6 aylık kurstan geçirilirler. 6 ay sonunda başarılı olanları tespit etmek için sınav yapılır. Sınav komisyonunda vali de bulunmaktadır. Komisyon huzurunda bulunan kursiyere, tezini ispat etmek amacıyla... Ben de bir soru soracağım’ diyen vali şu soruyu yöneltir;
“Oğlum, bana söyler misin, idarecilik nedir?”
Köylü kısa bir düşünmeden sonra yanıtını verir:
“ Efendim, sırtıma yüklenen bir küfe yumurtayı, taşlık, çalılık, dere bayır bir yolda birbirine tokuşturup kırmadan gereken yere götürmek ne ise odur.” Bu yanıyla tezi boşa düşen vali şaşkın ve hayretle şöyle der:
“Vallahi de billahi de idareciliği bu kadar doğal ve hayatın içinden anlatabilen bu köylü, eğitmenlik değil öğretmenlik de yapabilir."
Bugün ülkede var olan insanları hayattan bıktıran kutuplaşma ve çatışma ortamı, bu anekdotu hatırlattı, tekrar paylaşma ihtiyacı duydum.
Amacım; hasretini çektiğimiz barış ve huzur adına sadece farkındalık yaratmak…
Mesut Karakoyunlu