1. Giriş
a. Değerli dostlarım ve yüreği insan sevgisi odaklı, Atatürk sevdalısı yurtsever kardeşlerim hepinize selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Tüm dünyada salgın hastalık nedeniyle tüm insanlar büyük bir korku ve endişe ile evlerinde kalmaktadırlar. Ben de bu bağlamda ülkemizde yaşanan siyasi, ekonomik ve sosyal alanda yaşanan sorunların çözümüne yönelik yararlı bir şeyler yapmak bağlamında tüm dostlarımızla iletişim kuruyor ve yapılması gereken faaliyetler konusunda düşüncelerini öğreniyorum. Tüm yurttaşlarımızda bir korku, endişe ve özellikle halen sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin kaybedileceği korkusu hâkimdir. Gerçekten bu çok üzücü bir durumdur ve duyarlı yurttaşlarımızın ülke sorunlarına karşı coşkulu bir şekilde onurlu duruşunu yok etmektedir. Bu nedenle bize yaklaşık 100 yıl önce hayatlarını feda ve tüm özgürlüklerinden feragat ederek bu günleri armağan edenlerin kemiklerinin sızladığını düşünüyorum. Bizler neden onların yaptığı fedakârlıkları gelecek kuşaklar ve yavrularımız için yapamıyoruz. Sadece günlerimiz şark(doğu) kültürünün ve nemelazımcılık duygusunun olumsuz etkisiyle geçmişimizle övünmek ve önemli günlerde cılız katılımlı kutlama ve etkinlik yapmakla geçmektedir. Ancak bunlar milli hedeflerimize ulaşmamızda ve Cumhuriyetimizin bekasına yönelik tehditleri önlemek için yeterli değildir.
b. 05 Aralık 1934 yılında Ulu Önder Atatürk öncülüğünde, Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı verildi. O tarihten bu yana 5 Aralık, Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanıyor… Yine bu çok önemli gün ne yazık ki çok cılız bir şekilde anılıyor ve kutlanılıyor. Ben bu önemli devrimimizin 87’nci yıl dönümünü büyük bir gururla kutluyorum ve emeği geçen başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum. Antalya'da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınları Anma günü etkinlikleri kapsamında KASAİD ( Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme) Derneği Antalya Şubesi Bşk. Sn. Füsun AĞAOĞLU URUNGA'nın katkıları ile 11 Mart 2020 günü Muratpaşa Belediyesi Kültür salonunda " ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ VE İLKELERİ DOĞRULTUNDA KADINLARIMIZA SAĞLANAN HAKLAR VE DEVRİMLER İLE HALEN BU BAĞLAMDA YAŞANAN SORUNLAR " konulu konferansımı büyük bir katılımla gerçekleştirmiştim. Bu konferansımda geçmişten günümüze kadar ülkemizde ve dünyada kadınlarımızın sosyal durumunu tarihsel süreç içerisinde yaşanan gelişmeler ile halen ülkemizde kadının sosyal yaşamdaki son durumunu yaşanan son derece üzücü olaylar ile açıklamıştım. Özellikle kadına karşı yapılan şiddet ile işlenen kadın cinayetlerinin son durumunu istatistiki durumunu gözler önüne sermiştim. Yüce önder tarafından hiçbir Avrupa ülkesinde olmayan kadına ilişkin devrimleri yapan kadına gerekli önem ve değeri veren bu ülke insanları günümüzde nasıl bu hale geldiler? Neden bu husus gereken şekilde değerlendirilmiyor? Tüm ülkemin insanları neden evrenin en değerli varlığı olan kadına karşı gereken tepki ve duyarlılığı göstermiyor ???
2. Sosyal Alanda Kadınlarımız ile ilgili yapılan yenilikler konusundaki Gelişmeler
a. Bu anlamlı gün; kadın ile ilgili sorunların dile getirilmesi, bu konudaki farkındalığın yaratılması, çağdaş, demokratik, ileri bir toplum için kadınların güçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi, söz sahibi olmaları, eğitim, istihdam, sağlık, siyaset, hukuk vb. alanlarda eşit fırsat olanaklarından faydalanmaları açısından çok büyük önem taşımaktadır.
b. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitimde Birlik) ’nun kabul edilmesiyle eğitim tek sistem altında toplanır ve kadınlarla erkeklere eğitimde eşit imkânlar sunulur. 1925 yılında Kıyafet Kanunu ve 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanun’u ile kadınların yasal statüsü değişir, hem aile içinde hem de bir birey olarak eşit haklar tanınır... 3 Nisan 1930 Türk kadınına yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Kadınlar, milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına da 05 Aralık 1934' te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuşurlar. 08 Şubat 1935 yılında ilk kez meclis seçimlerine katılan Türk kadını 17 kadın milletvekili ile TBMM'ye girer… Böylece Türk kadınları, TBMM'deki tüm milletvekillerinin yüzde 4,5'ini oluşturur. Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınırken, o dönemde Avrupa'daki bazı gelişmiş ülkelerde bile kadınların bu hakkı bulunmaz… Seçme ve seçilme hakkına kadınlar; Fransa'da 1944, İtalya'da 1945, Yunanistan'da 1952, Belçika'da 1960 ve İsviçre'de 1971 yılında kavuşurlar… Bu şekilde Türk kadınları, Fransa, Hırvatistan, Slovenya ve İtalya'dan 11 yıl, Romanya'dan 12 yıl, Bulgaristan'dan 13 yıl, Belçika'dan 14 yıl, İsviçre'den 36 yıl, Yunanistan'dan 15 yıl önce seçme ve seçilme hakkına sahip olurlar…
c. Kadın hakları, kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyo-ekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamına verilen bir isimdir. Ancak kadın hakları sadece kadınlara verilen bir ayrıcalık değildir. Kadın hakları; toplumun istikbalini, geleceğini kurtarmaktır, kadın hakları; çağdaş dünya ile rekabet edebilmektir, bu vahşi dünyada ayakta kalabilmektir, onurlu ve gururlu yaşamaktır. Halil Cibran haykırırcasına der dururdu zaten: ‘’Toplum hayatının gelişmesinde eğitimli bir kadın bin erkekten daha etkilidir’’ diye… Ziya Gökalp de Malta'da sürgünde iken eşine yazdığı mektuplarda işte tam da Cibran’ın söylediği nedenle eşinden kızının okutulmasını ısrarla talep eder. Çünkü kadınını eğitmeyen, kadınlarına hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku, kısaca kadına hakkını vermeyen toplumlar ezilmeye, sömürülmeye, yozlaşmaya, ilkelleşmeye mahkûmdur…
ç. Kadınlara hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek demek onların öncelikle sosyal ve siyasi hayat içindeki erkeklerle eşit faaliyette bulunmasını sağlamak demektir... Kadınlarına hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek demek kadını '' Hatun '' olarak eski Türklerde olduğu gibi '' Hakan '' seviyesinde sosyal ve siyasi hayatta eşit kılmak demektir. Mustafa Kemal Atatürk işte tam da bu nedenle Cumhuriyetin İlanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle der: "Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı İşlemezse, o sosyal toplum felçlidir."
d. Türklerde kadının sosyal hayattaki statüsü tarihte şimdikinden çok daha ileri idi… Türk eğitim sisteminin geliştirilmesi konusunda Cumhuriyet Döneminin öncü eğitimcilerinden, Köy Enstitüleri'nin kurulmasında öncülük eden, Türkiye’nin Pedagoji dalında doktora yapan (hem de 1917 yılında Almanya’da Leipzig Üniversitesinde) ilk eğitimcisi olan Dr. Halit Fikret Kanat’ın Türkiye tarihinde ilk kez yazılan iki ciltlik ‘’Pedagoji Tarihi'’ (İstanbul, 1930) isimli bir eseri var. Dr. Halit Fikret Kanat ''Pedagoji Tarihi'' adlı eserinde şunları yazar: “ Bir emir, ‘hakan diyor ki’ şeklinde başlarsa makbul sayılmazdı. ‘Hakan ve hatun emrediyor ki’ diye başlarsa makbul olurdu. “Hakan yalnız başına yabancı devletlerin elçilerini kabul edemezdi. Elçiler hakan sağda, hatun solda olmak üzere ikisinin karşısına çıkabilirdi. Bundan anlaşılıyor ki halka ait hizmetlerde kadının rolü hakan derecesinde büyüktü. Aile içinde velilik hakkı yalnız babaya değil, her ikisine de aitti. Eski Türklerde harem, peçe ve yaşmak yoktu. Kadın her meclise girebilirdi. Görüldüğü gibi Müslümanlıktan önceki Türk devletlerinde kadın-erkek eşitliğini vardı. Selçuklu İmparatorluğunda ‘’Hatun’’ adı sadece kadın adı değil aynı zamanda da bir unvandı. Selçuklu İmparatorluğu’nda belediye başkanları kadındı ve unvanı da ‘’Hatun’’ idi... Kayseri’deki Gevher Nesibe Hatun ismi buradan gelir. Gevher Nesibe Hatun Selçuklu döneminde Kayseri şehrini yönetmişti, şehirde özellikle sağlık alanında birçok yatırımı vardır. Gevher Nesibe Hatun döneminde Kayseri'de yaptırdığı han, hamam, medrese (tıp fakültesi) ve şifahane (hastane) ve birçok eser vardır. Erciyes Üniversitesi bünyesindeki Gevher Nesibe Tıp Fakültesinin ismi de buradan gelir. Yavuz Sultan Selim’den sonra tamamen Araplaşan Osmanlı’ da kadın çalışma ve sosyal hayattan tamamen dışlanır. Ne zamanki Osmanlı’da çöküş süreci başlar, Osmanlı çöküşün nedenini anlar ve Osmanlı da kız çocuklarının eğitimine ve kadınlara önem vermeye başlar. Tanzimat devrinde kadın eğitimi, devletin genel eğitiminde yer almaya başlar ve 1858’de kız rüştiyeleri açılır. 1870’te de “Darülmuallimat” adı altında kız rüştiyeleri için kadın öğretmenler yetiştiren okullar açılır. 1914’te de kızlara özel Darülfünun açılarak kızlar için en yüksek eğitim kurumu olur. Bunları 1916’da açılan kız liseleri, kız teknik ve kız sanayi mektepleri izler.1917’de Ticaret Okulu Kızlar Şubesi açılır.
e. Kadın nedir?… Yıllar önce üstat Çetin Altan’ın kaleme aldığı ‘’Kadın’’ isimli bir makalesi vardı… Özet olarak şunları söylerdi üstat: ‘’Kadın, evrensel insanlığın can suyu, oksijeni, her kuşağın ödülü... Evrensel insanlığın gelişimi, kalitesi, düzeyi, çok sık tekrarlandığı gibi, bir ‘eğitim’ sorunu değil, bir ‘anneler’ sorunudur. Çocukların 3-7 yaş arasında mayalanan öz hamurunu, anneler biçimlendirir... Evde ut, keman, piyano çalan, gazete okuyan bir annenin çocuğuyla; salt inek sağan, tarlada çalışan, pamuk toplayan bir annenin çocuğu; aynı ‘öğrenim ’den geçseler bile, - genellikle - eşdeğer bir algılamanın ortaklığında buluşamazlar. Çünkü ‘eğitim’ okullarda değil, evde anadilini öğrenirken 3-7 yaş arasında mayalanır. Okullar, evdeki mayalanmanın değişik fırınları gibidirler. O mayadan ekmek, francala, kurabiye, çörek, pasta vs. çıkarırlar... Salt okul yetmez, - genellikle - çocuklarda maya oluşturmaya...
f. Kadınsız toplumların sevgi açlığı çeken erkeklerindeki tatminsizlik, genellikle bir megalomanyaklığa ve ortak bir saydamlıkla özenin halkası olma yerine; başkalarını korkutmaya ve başkalarına önem vermeyen ‘sıra dışı biri olarak görünme’ tutkusuna dönüşür... Evlerinin içinde mutlu olmayanlar, evlerinin dışında ‘bilek bükme’ oyalanmasıyla üstün görünme avuntusuna yönelirler...
Parlamentoda hemen hemen kadın yok gibi... ‘Erkek millet’ olmanın çarpıklığı ister istemez politika platformuna da yansıyor. Kadının bu kadar namevcut olduğu bir âlemden, evrensel değerler de ne kadar yetişir ki? ‘Erkek millet’ olmakla övünmenin bedeli, aslında çok pahalıya mal oldu Türkiye'ye... Pek benimsediğimiz, ‘biz erkek milletiz’ böbürlenmesi, evrensel bir dengenin dışına düştüğümüzün de narası sanki... Erkekler zart zurtçu, kadınlar ‘ bana ne başkalarından be ’ci oldu... Evrensel bir dengenin dışına düşüldüğünde, ruhsal bir vurgun yer insanlar... Gizli bir ezikliğin ve yaptığı işe karşı ‘adam sende’ciliğin tırpanları çalışmaya başlar toplumda... Tankerlerin fren balataları yenilenmez, besin maddeleri sağlıklı üretilmez, yapılar kendiliğinden çökmeye başlar...’’
g. Günümüzde Türk toplumunda kadının yeri bakımından değişen nedir? Yine dışlanır kadın çalışma hayatından, sosyal hayattan… Yine Kadınlar aşağılanır, yine şiddet uygulanır, yine eğitimden uzak tutulur kız çocukları, yine kadınların gülmeleri, hamile kadınların sokakta dolaşmaları ayıplanır, yine ‘’sus kadın’’ diye kadınların konuşmaları istenmez, toplu taşımada güpegündüz şort giydi diye tekmelenir, failine bir ‘’aferin’’ denmediği kalır… ''Kadın sokağa çıkmasın'', ''kadın gülmesin'', ''kadın konuşmasın'' vb. söylemleri ile kendi zevksizliklerini, neşesizliklerini, renksizliklerini, nursuzluklarını, tatsızlıklarını ve karanlıklarını dini malzeme yapıp bu ülke insanına bir gıdım yaşama sevincini, bir yudum neşeyi, bir nefes keyfi ve bir dirhem ümidi çok görürler… Toplum kadın veya erkek fark etmez insanlarının yaşama sevinci budanır, insanları mızmız yeryüzü küskünleri haline getirilir, toplum yüzündeki hüzün neşidelerinin çığlıkları arş-ı alaya yükselen insanlar topluluğu haline getirilir.
h. Eğitim, disiplin ve ahlak adına insanların yaşama sevinci budanır, kadınlar gelenek adına aşağılanır, cinsel obje olarak görülür, baskı altına alınır, tekmelenir, yetmedi katledilir… Kafalarındaki Orta çağ düşünceleriyle küçücük kızları koca koca adamların, hem de tecavüzcülerinin koynuna vermeye kalkarlar utanmadan, arlanmadan… Cinselliğini ehlileştirmeyi başaramayıp annesine, bacısına, kızına, sübyana şehvet duyacak kadar sapıklığın zirvesinde olanlar TV kanallarını, medya sayfalarını işgal ederek, din kisvesi ve sıfatı altında kendi sapıklıklarını topluma aşılamaya kalkarlar… Çocuklarına topluca tecavüz edildiğinde bile aileden sorumlu kadın bakan tarafından ‘’bir defalık’’ diye maruz göstermeye çalışırlar… Hem de bu konuda önlem alabilecek en yetkili kişi, kurum, bakan ve kadın oldukları halde...
ı. Kadın sosyal hayatın içinde olmaz ise… Ülkemizde yasalarla tüm bireylerin lise seviyesine kadar eğitim ve öğretim zorunlu olmasına rağmen, günümüzde kadınlardaki bu eğitimsizliğin, kadınları çalışma hayatından, sosyal hayattan dışlamanın, eğitimsiz kadınların yetiştirdiği bir neslin sonucu ne olur biliyor musunuz? Kadınları eğitimsiz, kadınları çalışma ve sosyal hayattan dışlanmış ve insanlarını eğitimsiz kadınların yetiştirdiği bir toplumda: Bir lokma ekmek peşinde koşan gencecik insanları denetimsizlikten, ihmalden maden ocaklarında diri diri gömülür…. Devletin her kademesine ve askeriyenin en zirvelerine yerleşir FETÖ’cüler, darbe yapmaya kalkarlar, memleketin günahsız 300’e yakın insanı çiğnenir tank paletleri altında… Ucube yolları, bakımsız ve denetimsiz araçları ve çözemediği trafiği ile her gün onlarca insanını kurban verirler yollarda… Yine hesapsızlıktan, kitapsızlıktan bir mezhep uğruna gencecik askerlerini kırdırırlar Suriye’nin çöllerinde… Kafalarındaki Orta çağ düşünceleriyle küçücük kızları koca koca adamların, hem de tecavüzcülerinin koynuna vermeye kalkarlar utanmadan, arlanmadan… Bir de Şark görevimi yaparken 1989 yılında Erzurum-Ardahan arasındaki bir bölgede yapılan bir tatbikatta bu köydeki genç ve ergen yaşlardaki kız çocuklarının İstanbul’daki zengin ailelere satıldığını duyduğumda kahrolmuştum. İşte Atatürk’ün milli hedefi olan çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak bizler için hayal olur.
i. Yine denetçilerin denetimsizliğinden, ilgililerin ilgisizliğinden 17 küçücük kız çocuğunu beton blokların altına gömerler diri diri… (1 Ağustos 2008, Konya Balcılar Beldesi'nde Süleyman Hilmi Tunahan cemaatine ait Boğaziçi Özel Öğrenci Yurdu’nda gaz sıkışması nedeniyle yaşanan patlama ve çöken bina.) Yine cemaatten diye denetimsizlikten, yine ilgisizlikten, yine ihmalden 11 kız çocuğunu yakarlar diri diri… (29 Kasım 2016, Adana Aladağ ilçesi) . İsterseniz başa dönün bir daha okuyun üstat Çetin Altan’ın yazısını… Ve ben devam edeyim üstadın bıraktığı yerden: Kadının bu kadar namevcut olduğu bir âlemde maden ocaklarınız çöker, binalarınız çöker, asansörleriniz düşer gencecik insanlarınızı oralarda diri diri kara toprağa gömersiniz… Yurtlarınız tutuşur yetersiz sigortalardan, elektrik kontağından, kalitesiz kablolardan, trafolardan, olmayan söndürme sistemlerinden ve çocuklarınızı oralarda diri diri yakarsınız… Kuralsız, toplu taşımasız trafiğinizde insanlarınızı katledersiniz… Bir mezhep uğruna Suriye’nin çöllerinde gencecik insanlarınızı harcarsınız… Sonra da gözyaşları dökersiniz müstakbel annelerini toplumdan dışlayan, eğitmeyen, kadına hak ettiği hakkını vermeyen her toplum gibi…
3. Ülkemizde Kadın Hakları Konusunda Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çözüm Önerileri.
a. Değerli dostlarım yaşamı boyunca yaklaşık 5800 kitap okuyan ve 1981 yılında BM. UNESCO tarafından doğumunun 100'nci yılında son yüzyılın en büyük devlet ve siyaset adamı seçilen atamızla gurur duyuyoruz. Bu bağlamda Antalya'mızda çok aydın ve onurlu Atatürkçü Düşünce Sistemi ve ilkelerini benimsemiş kadınlarımızın içine kapanıp siyasetin olumsuz olduğu düşüncesiyle uzak durmasını uygun bulmuyorum. Bu nedenledir ki siyaset liyakatli olmayan ve kişisel çıkar için siyaset yapan zübüklerin eline kalmaktadır. Siyaset akıllı, bilgili, cesur ve liyakatli insanların yapacağı onurlu bir görevdir. Günümüzde siyasetçinin halkımız nezdindeki durumu son derece olumsuzdur. Lütfen tüm kadınlarımız cesaretli olunuz. Nasılsa bir gün bizler de bu dünyadan göçüp mezara gideceğiz. Korkmadan gelecek kuşaklarımız ve çocuklarımız için çok yararlı işler yapabiliriz. İstiklal marşımız KORKMA diye başlıyor değil mi yoldaşlarım. Ünlü filozof Platon ne güzel söylemiş değil mi ???? “ Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç , cahiller tarafından yönetilmeye mahkûm olmaktır.”
b. Aslında sağduyulu kadın yurtseverler Atatürkçü parti ve derneklere üye olup yararlı ve liyakatli üyelerin çoğunluğunu sağlamalı ve bu çirkin davranışları yapanları yok edip parti ve derneklere dürüst, liyakatli ve yüreği güzel insanların gelmesini sağlamalıyız. Bu üzücü durum yüreği insan sevgisi dolu Atatürk Sevdalısı insanları çok üzmektedir. Hâlbuki İstiklal savaşımız ve Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar yaşadıklarımızı ve yapılan fedakârlıkları hatırlamak yeterli olacaktır. Bize bu Cumhuriyetimizi armağan edenler çok büyük acılar ve bedeller ödediler. Bu bağlamda Platon’un bu değerli sözü çok önemlidir.
c. Gerek konferanslarımda gerekse ülkemizin ve Cumhuriyetimizin bekasına yönelik sorunların çözümü konusunda yurttaşlarımız içerisinde yaptığımız çalışmalarda ve önerilerde ne yazık ki çok büyük bir ilgisizlik ve duyarsızlık var. Benim Atatürkçülük konferanslarıma davet ettiğim genelde Atatürkçü olduğunu söyleyen insanlar " aman komutanım benim çocuğum var ve iş arıyor. Ben particilik vb. faaliyetler yapmayı sevmiyorum. Partideki bazı insanlar ve yöneticiler kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Atatürk'ü kullanıyorlar ” diyerek son derece çirkin, ancak haklı olarak yerinde sözler kullanıyorlar. Bu konuların çoğunda haklısınız. Gerçekten Atatürkçü, ahlaklı ve ilkeli olması gerekirken son derecede kötü bir durumdayız, kişisel çıkarı için partilerde ve derneklerde olanlar var ve ben de bunları kabul ediyorum.
ç. Bütün insanlarda Kadın hakları ve diğer konulu tüm etkinliklerde Atatürk’ün coşkusunu görmeyi arzuladım. Neden tüm partiler, sendikalar, dernekler ve STÖ.leri kadınlarımız için güç birliği oluşturmak ve birlik ve beraberlik içinde gayret etmezler. Neden bütün kadın dernek ve STÖ.leri birleşerek bir güç birliği yapmazlar. Onları kendi kendime sorguladım. Aslında herkes ve bütün kadınlar birlik ve beraberlik içinde olmalıydı. Yine Atatürk’ün bu eşsiz devrimine yine bazı yüreği güzel insanlar sahip çıkıyor. Aslında tüm örgütler bunu sorgulamalıyız. Bu bağlamda yapılacak organizasyon ve etkinliklerin daha aksaksız olması ve tüm ülkede ses getirecek ve kadına gereken değeri vermeyen iktidarları yerinden edecek hale getirmesi ve geniş katılımlı barışçı eylemlerin yapılması sağlanmalıdır.
d. Sonuç olarak; ben bu olumsuz koşullara rağmen kadınımızın hak ettiği değeri kazanması için emeği geçen herkese teşekkür ediyorum ve tüm kadınlarımızın bu önemli gününü yürekten kutluyorum. Merak etmeyin kazanan yine gerçek Atatürk’ün sevdalıları olacak. Asla umudumuzu yitirmeyeceğiz. Lütfen halen parti, dernek, sendika ve STÖ yöneticilerini bu tür organizasyonların daha etkili olması için gerekeni yapmaya davet ediyorum. Bizler de bu milli bilinç sayesinde çok çalışmalı ve halkımızı aydınlatmalıyız. Herkese selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Tarihçi, Yazar ve E. Albay Kemal KARAKUZEY
AÇIKLAMA: Bu yazımdaki kadının ülkemizde ve dünyadaki durumunu açıklayan bazı istatistiki bilgi ve değerlendirmeler, değerli devre arkadaşım Tuğg... Osman AYDOĞAN’ın ilgili makalesinden alınmıştır. Kendisine bu konularda yazdığı değerli bilgiler için çok teşekkürler ediyorum.