Hayata bir sabah “Günaydın...”der, gelirsin bu garip dünyaya...
Ağlayıp sızlayan bir bebeksin ana kucağında...
Sonra gelir okul çağın...
Elinde bir çantan, düşersin yollara. ..
Yıllar geçer, büyürsün adım adım. ..
Ve sonra aşık olursun...
Yanarsın, bir sevgi uğruna...
Türküler, şarkılar yakarsın ardına...
Yollara düşersin, bir bilinmezin peşine...
Gün gelir asker olursun...
Yeminler edersin...
Panter gibi gözlerin ışıldar, çakmak çakmak...
Ve meydan okursun yan bakanlara...
Gençtir yüreğin, kördür her olaya karşı...
Gün gelir hedef koyarsın, yol çizersin kendine...
Ya ün, ya kan, ya sevda, ya uşaklık ya da özgürlük dersin...
Bazen kavgacısın, bazen de uysal...
Bazı insanlar vardır; satar üç kuruşa şerefini ve onurunu...
Bazı insanlar da vardır; toprak, iş ve eş uğruna canını koyar ortaya...
Biz bırakalım bunları da gelelim asıl muhabbete...
Gün gelir allanırsın, pullanırsın ve göbeklenirsin...
Balıklarla, kırmızı etlerle, güzel tavuk ve horozlarla beslenirsin...
Semiz ve yağlı tombul yüzlü ve orta göbekli meydanlarda cirit atarsın...
Saçın sakalın azmış, arkadaşın, çoluğun çocuğun seçilmiştir...
Sözün belli, özün belli, oturaklı bir oturan boğasındır...
Gözün her tarafa çaktırmadan kayar...
Fark edilirse “pardon”la sıyırırsın yakayı...
Yoksa sonun ne olur bilinmez...
Yaş kemale erince, artık tane tane dökülür sözler ve bakışlar...
Mahcup ve ürkektir çocukça duygular...
Sözler belli, gözler bellidir...
İner yavaşça aşağıya doğru.
Yıllar gelir geçer...
Artık ne giyersen odur modan.
Düşünürsün.
Saçların ağarmış, gözlerin çökmüş.
Tek tük dişlerinle sırıtır kuru kellen ortada...
Kulak bir duyar bir duymaz. Artık duysa da bazen duymazlıktan gelir aldırmaz.
Eski tanıdıklarına yakın, yeni tanıdıkların sana uzaktır hayat yolunda.
Şöyle bir geriye dönüp baksan; “Nereden nereye gidiyor bu hayat?” diye düşünürsen...
Neler yaşamışsın, neler kazanmış ya da kaybetmişsin?
Bebekliğin, gençliğin, yaşlılığın; her biri, bir aşamayla yol almış hayat merdiveninde...
Sevinçlerin, hayal kırıklıkların, başarıların, üzüntülerin, aşkların, kinlerin, işin ve gücün...
Hepsi bir film gibi gelir geçer gözünün önünden...
Bir aynaya bakarsın, bir ruhundaki yaşına...
Bir kalbine bakarsın bir de aynadaki yabancı olan kendine...
Bir heybetli gençliğini bir de şimdiki sıska bedenini ve kuru bacaklarını...
Konuştukça çıkan koca erkekçe sesini, bir de çevredeki çocukların tatlı cıvıltısını duyarsın...
Düşünürsün...
'Nereden nereye gelmişiz birader'diye söylenmekten kendini alamazsın...
Bazen de şans oyunlarına yıllarca akıttığın paralar aklına gelir...
Her oyunda kurduğun hayaller de büyük ikramiyelerle, koca dünyalar kurar ve her çekiliş sonunda da yıkarsın kumdan kuleler gibi...
Ya da buzdan heykeller gibi gözünde muhteşemdir hayallerin ve yıkılır yıllarca ardı ardınca...
Yıllar bir bir tükenir...
Ve sen hala hayallerin peşinde oynarsın, küçük hayallerle avunursun...
Beklemediğin bir an çıkagelirse o ikramiye...
Dizlerine vurup bir an dövünürsün...
Sonra da bu saatten sonra gelen parayı ne yapayım dersin...
'Bu yaştan sonra gelen parayı ...... …. veririm.' dersin...
Sonrada sırtını duvara verip veryansın ağzına geleni söylersin...
Anlarsın ki... hayat hikâyenin yavaş yavaş tükendiğini...
Sarılırsın sigaraya ve içkiye...
Sonra da bulursun tükenen hayatının suçlusunu kendince...
İkinci çocukluk çağın başlar...
Artık unutkanlıklar başlar farkında olmadan...
Ağzında kalmamıştır dişin...
Gözler sönük ve çökük...
Her türlü zevkleri, artık alamazsın o güzelim hisleri...
Yoksunsun, muhtaçsın bir tutam ele ve aşa...
Beklersin...
Gelsin artık son nefesim...
Bitsin bu anlamını yitiren hayat filmim diye.
Yaaa! İşte böyle hayat denilen ince uzun bu yol...
Bazılarına sığmaz enginlere taşır...
Bazılarına da bir kaya kovuğunu çok görür...
Siz, siz olun, onurlu ve sevgiyle olun...
Sözünüz öz, sevginiz yüce olsun...
Hayatınız güzel, geleceğiniz aydınlık olsun…
Cengiz Çetik