Sanırım, bu başlığı görünce bir kısmınızın aklına John Steinbeck’in o ünlü romanı, bazılarınızın aklına da bu romandan uyarlanmış ve televizyonlarımızda gösterilmiş filmi getirmiştir.
Yazıma konu olan Gazap Üzümleri de,1929 dünya ekonomik krizinde yaşanan olaylardan yola çıkılarak yazılmış bir roman...
Dünya, Covit-19 salgınıyla birlikte tekrar yeni bir ekonomik krizin eşiğinde... Türkiye ise kronikleşmiş bir ekonomik krizin, salgınla birlikte tam göbeğinde... Ülke, uydurulan başarı hikâyeleri ve kriz politikalarıyla idare edilmeye çalışılıyor.
Üretmeden, iş alanları yaratılmadan borçlanılarak krizden çıkış aranmaktadır.
Tarımda kendi kendine yeten ülke olma gücümüz ithalatla kırılmış, çiftçi artan girdi fiyatları karşısında, ürününü satamaz olmuştur. Borçlanarak üretimi sürdüren üreticiler, bankalara borçlarını ödeyemez duruma düşmüş, birçok köylü, çiftçi tarım yapamaz hale gelerek, üretimden uzaklaşmıştır.
Tüm bu yaşananların, faize karşı olduğunu söyleyen bir yönetim anlayışının iktidarında olması ise; sisteme göbeğinden bağlıysan faiz karşıtlığının masaldan öteye geçmediğini göstermektedir.
Bu durumda, kitabı Kur’an olan çoğu insanı kandırabilirsin ama kitabı Kapital (para) olan sistemi asla kandıramazsın. Sen sözünü değiştirmesen de, o senin, dün haram dediğine helâl gözüyle bakacak kadar özünü değiştirir.
İşte böyle bir ortamda Gazap Üzümleri romanını bir kez daha okuma gereği duydum.
Bankacılıkta, tefeciliğe dönüşen kredi sisteminin, 1929 Amerika’sında, insanları topraklarından nasıl ettiğini, acımasız bir şekilde açlığa terk edilen halkın çaresizliğini, kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz.
Aynı sistemin sıkıntılarını çeken bir ülkenin bireyi olarak, kitapta ilginç bulduğum bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bankaya olan borçlarını ödeyemeyen ve bu nedenle topraklarını bankaya kaptıran köylülerin, ortakçı olarak çalıştıkları tarlalarından, traktörün tarıma girmesiyle kovulmalarını anlatan bölümde, halkın banka temsilcilerine gösterdikleri tepki şöyledir:
“Biz bu toprağın üzerinde doğduk, bu toprağın üstünde vurulduk, bu toprağın üstünde öldük. Bu toprak bir işe yaramasa da, yine bizim toprağımızdır. Bu toprağı bizim yapan da bunlardır; onun üstünde doğmamız, onu işlememiz, onun üstünde ölmemiz. İnsana, malın sahibi olma hakkını kazandıran bunlardır, üzerinde bir sürü rakamlar yazılı kağıtlar değil!..”
Bankanın insan olmadığını, faiz yoluyla para yiyen bir dev olduğunu belirten banka temsilcileri, “bu dev, ‘ bizim’ dediğiniz toprakları paraya döndürüp karnını doyurmak zorunda, aksi taktirde ölür... Ölmemek için de bunu yapar, bu iyi bir şey değil ama.. güç kullanmak gerekse de yapar.” diyerek halkın direncini kırmaya çalışırlar.
Son yıllarda ülkemizde de benzer olaylar yaşanmaktadır. Faiz sarmalına girip kurtulamayan birçok tüketici, üretici ve işletmeci, karlarından ödün vermeyen bankacılık siteminin kurbanı olmuşlar; işlerini, bağlarını, bahçelerini, tarlalarını, işyerlerini, evlerini ödenemeyen borçlara teslim etmişlerdir.
Ülke olarak da aynı yolun yolcusu haline mi getirildik ne?
Mesut Karakoyunlu