Cumhuriyetin geleceği ile ilgili korkularımızla yüzleşmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Bunun için Cumhuriyeti koruma sürecinin sekteye uğratılmasının nedenleri ve sonuçlarının tartışılmasını önemsiyorum.
Atatürk, kurduğu Cumhuriyeti neden gençliğe emanet etti, hedef kitle olarak neden gençliği işaret etti?
Bu iki soru üzerinden, tarihsel olarak geldiğimiz şu günlerde büyük bir tehdit altında olan Cumhuriyeti ve gençliği kendimce irdeleyerek, bugünü anlamaya anlatmaya çalıştım.
Bilimsel bir tez potansiyeline sahip bir konuda ahkâm kesmek ne niyetim ne de haddim.
Amacım; yakın tarihin son elli yılına tanıklık yapmış sıradan bir yurttaş olarak, bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak, gerçek neyse ortaya çıkmasına deryada damla misali katkıda bulunmak.
Söylediklerim doğru mu, yanlış mı, eksik mi bilmiyorum ama konuya çok farklı, alışılmışın dışında bir bakış açısıyla yaklaştığıma inanıyorum.
Gençlere Cumhuriyeti emanet görevi; daha heyecanlı, daha enerjik, daha mücadeleci, düşünceleri için ölümü göze alacak kadar yürekli oldukları için mi verildi?
Yoksa onlar gelecek oldukları için mi?
Bunların hepsi tamam ama konuya açıklık getirecek kadar yeterli mi?
Bunu anlayabilmek için önce Atatürk’ün şu söylediklerine bir göz atalım:
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur... “
Değişim ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu ifade eden bu yaklaşıma, doğası gereği en uygun kuşak; genç nesiller…
Çünkü Atatürk, toplumsal dönüşümler, değişimler sürecinde gençliğin ne tür roller üstlendiğini, bu değişim ve dönüşümleri nasıl ve ne şekilde etkilediğini çok iyi biliyordu.
Cumhuriyetin çağın yeni değerleriyle buluştukça demokratikleşeceğini, değişim ve dönüşümlerle ilerleyeceğini, o gün için ileri bir aşama olan çok partili rejime geçiş hedefiyle göstermişti.
Atatürk, Cumhuriyet ileri taşındıkça, çağın yeni demokratik değerleriyle buluşup zenginleştikçe güçlü olacağını, korunması ve savunulmasının mümkün olacağına inanıyordu.
Cumhuriyetin gençliğe emanet edilmesinin mantığının yukarıdaki gerekçeye dayandırıldığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhuriyeti koruma ve kollama konusunda, bu mantığın işletildiğini ne yazık ki göremiyoruz.
Daha sonraki yıllarda, Cumhuriyet adına, gençliğin ruhuna ve taleplerine uymayan, her yıl törenlerde kendisini tekrarlayan ritüeller, ezbere dönüşen hamaset dolu söylemler, değişime ve dönüşme karşı koruma güdüsüyle geliştirilen dirençler, gençliği Cumhuriyeti koruma ve kollama sürecinin dışına itti.
Böylece Gençliğin enerjisinden yoksun kalan Cumhuriyet, konserveye dönüştürülerek, askerin silahlı nöbetine bırakıldı.
Bu sırada, mücadele alanını değiştiren gençlik, 20. yüzyılın değerleri arasında yer alan antiemperyalist ve bağımsızlıkçı fikirler etrafında örgütlenmeye başladı.
Bu mücadeleden Anayasal düzeni ve Cumhuriyeti yıkma sonucu çıkaran asker, 12 Mart 1971’de yaptığı bir darbeyle gençliğin geliştirdiği mücadeleyi kırarak Cumhuriyeti mi, yoksa “bizim çocuklar başardı” diyen Amerikalıların çıkarlarını mı korudular, hala tartışılıyor.
Bu darbeyle bastırılan ve dağılan gençlik, üç yıl gibi kısa bir sürede toplumsal değişim ve dönüşüm adına fraksiyonlara bölünerek de olsa sınıf temelli bir mücadelenin içinde buldu kendini.
Egemen güçler, kendilerini solcu olarak tanımlayan gençliğin bu arayışının karşısına kendilerini sağcı olarak tanımlayan gençleri çıkararak, kanlı bir süreç başlattılar.
Bu süreçte, başında nöbet tuttukları, konserve olmuş, böylece kendini yeniden üretme imkanını yitirmiş Cumhuriyeti tehlikede gören asker, 12 Eylül 1980 de yaptığı bir darbe ile gençler başta olmak üzere tüm emekçi kesim ve örgütlerin üzerinden silindir gibi geçti.
Koruma ve kollama görevi Anayasal bir hak olarak verilen askerlerin yaptığı iki darbe ile Cumhuriyetin konserve ömrü uzatıldı.
Bu ise Cumhuriyet karşıtlarının önünü açtı, iktidara gelmelerini sağladı.
Çağın demokratik değerleri üzerinden geliştirdikleri sahte politikalarla, entelektüel desteğini arkalarına alarak iktidarlarını pekiştirdiler.
Bu süreç, yeniden kuva-milliye diyen Cumhuriyetçilere, Cumhuriyetin konserve yapılarak korunamayacağını gösterdi.
Çoğunluğu CHP içerisinde olan bu insanlar, bu süreçten yeterli ders aldılar mı ondan emin değilim.
Çünkü, ak saçlı gençler olarak, bunların önemli bir kısmı bazı köşe yazarlarından aldıkları güçle, eski değerler üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorlar.
Cumhuriyete aşkla sahip çıkma istemlerine karşılık, tek adam sultasına girmiş Cumhuriyet bunlardan hızla uzaklaşıyor.. ah bunu bir sorgulayabilseler!
Ama diğer tarafta, Cumhuriyeti demokratikleştirme talebi taşıyan gençlerin katılımcı ve çoğulcu demokratik değerler üzerinden eşitlik ve özgürlükler temelinde yürüttükleri mücadele ise Gezi direnişi pratiği ile rüştünü ispat etti.
Gelecek adına meşruluk taşıyan gençlerin çağla örtüşen bu yürüyüşü ne kadar engellenirse engellensin, siyasi bir önderlik yakalayarak Türkiye’nin önünü açacaktır diye düşünüyorum.
Mesut Karakoyunlu