İnsanlık onuru, her türlü zorluk karşısında insana yaşama direnci veren bir duygu...
Bu nedenle "İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir" sloganı tutmuştur.
Alman Anayasası'nın 1. Maddesi de; insan onuru dokunulmazdır, der... Ardından devlet erki ona saygı duymak ve korumakla yükümlüdür, diyerek idareye sorumluluk yükler.
Bugün bizi yönetenlerin ağzında fıtrat olan; "yaratılanı severim yaratandan dolayı" sözü insana verilen değeri ifade etse de yalnız ben bilirimci kibir bu ifadeyi anlamsızlaştırmaktadır.
Kendisi gibi olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni ve inanmayanı ötekileştirip, hainleştirip, düşmanlaştırıp aşağılayarak onur cellatlığı yapmak ne insani, ne vicdani ne de dini bir davranıştır.
Kibrin ortaya koyduğu bu davranış, karşı olduğu kişiyi değersizleştirerek onurunu yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle kibir, başkalarının yaşama sevincini soldurmayı, mücadele direncini kırmaya yönelik bir tehdittir.
Hüküm giymeden suçlu ilan edilmek de böyle bir şeydir.
Tutukluluk hali bir tedbirdir; suçluluk değil... Bir sanık, suçu sabit olup hüküm giymediği sürece tutuklu olsa bile masumdur. Bu anlamda tutukluya hükümlü gibi suçlu muamelesi kabul edilemez.
Bu konuyu biraz daha açmak için 1980 öncesi yaşadığım bir olayı müsaadenizle anlatmak istiyorum.
Finike TÖB- DER yöneticiliğim dönemimde hakkımda davalar açıldı. Hemen hemen hepsinden aklandığım davların birinde bir süre Finike Cezaevi'nde tutuklu kaldım.
Tutuklu kaldığım bu süre içinde bir başka dava için mahkemeye götürülmem gerekti.
Mahkeme günü biri rütbeli iki jandarma beni Finike Adliyesi'ne götürmek üzere ceza evinden aldılar, önce ellerime kelepçe takmak istediler.
Ben, hükümlü olmadığımı, sadece tutuklu olduğumu, hala Finike Cumhuriyet Lisesi öğretmeni olduğumu, öğrencilerim ve velileri tarafından böyle görülmemin onur kırıcı, küçük düşürücü olduğunu, aklanıp okuluma döndüğümde kelepçeli halimin beni düşüreceği kötü durumu söyledim ve itiraz ettim.
Ben böyle konuşunca fazla direnmediler ve kabul ettiler. Cezaevinden çıktık, askerlerle sohbet ede ede şehrin içinden geçip mahkemeye yürüyerek ulaştık, dava görüldü tekrar aynı şekilde cezaevine döndük.
Tutuklu olduğum davadan aklanıp okuluma döndüğümde sanki bir şey olmamış gibi öğretmenliğim devam etti. Çünkü yanlış algıya neden olabilecek bir duruma, bir uzlaşmayla izin vermemiştik.
Bu anımı neden mi anlatma gereği duydum?
Çünkü o günlerde, kutuplaşma toplumun bir kesimini itibarsızlaştırıp, düşmanlaştırıp, mücadele direncini kırıp, yoklaştırma noktasına gelmemişti.
Jandarmanın, biz buna kelepçeyi takmazsak bizi şikâyet ederler kaygısı da yoktu. Nihayetinde herkesin korunması gereken bir onuru var, hem de ilçede öğretmen diyebiliyorlardı.
Kibir bugünkü kadar resmi ilişkiler üzerinde baskılı ve etkili olamıyordu.
Bu olayda asker de olsa iyi insanlara denk gelmiş olabilirim ama.. ast üst ilişkisinin katı ve acımasız olduğu askerlik gibi bir kurumda bu insanların üstlerine rağmen insani ve vicdani inisiyatif almalarına engel değildi.
Ya şimdi öyle mi?
Muhalifsen, bu ülkenin yurttaşı değilsin sanki iş talebin bile dikkate alınmıyor, resmiyetin gözünde bir hiçsin. Resmiyetin dışında kendini iktidara yakın bulan sıradan bazı insanlar bile onurunu ayaklar altına alarak seni hiçleştirmeye çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz.
Darbe dönemleri dışında bu kadar yoğun onur cellatlığı yaşandığı bir dönemi hatırlamıyorum.
Ülkemizde insanlık onuruna yönelik saldırılar zulme dönüşerek her geçen gün yoğunlaşmakta.
Ne ver ki onur, zulmü kıracak direncin son kalesidir.
Böyle durumlarda Alevilerin söylediği bir söz vardır:
"Zalim ısrarla zulme devam ediyorsa bil ki sonu yakındır!"
Bu tespit boşa söylenmiş bir söz değildir.
Ancak önümüzdeki seçimlerde devleti ele geçirmiş, Size iktidarı kim erecek! diyen bir güçle karşı karşıya olacağız.
Bu nedenle sen, ben değil! "biz" olmak zorundayız.
Artık bu seçimler bir onur mücadelesidir.
Anayasamıza, "insan onuru dokunulmazdır." yazdırmak istiyorsak;
Tek başına kurtuluş yok, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Mesut Karakoyunlu