Sadi Şirazi’nin bir hikâyesi...
Bu hikâyede elsiz ayaksız bir tilki, aslanın yediği avının artıklarıyla hayatta kalıyor. Bunu gören bir derviş işini gücünü bırakmış, Allah’ın gaipten rızk yollayacağını umarak beklemeye başlamış. Ne el âlem, ne eş dost; kimseler arayıp sormayınca; çok geçmeden çenk gibi bir deri bir kemik kalmış. Çaresizlikten sabrı da idraki de tek tek tükenmiş.
Derken uzlete çekildiği mescidin mihrabından kulağına sesler gelmiş; “Hey miskin tembel adam! Tilki gibi elsiz ayaksız düşünme kendini. Bilakis yırtıcı aslan ol ve öyle çalış ki aslan gibi senden başkalarına bir şeyler kalsın. Neden tilkiye benzeyip artıklarla doyacaksın ki? Aslan gibi yeleleri gür ve ensesi kalın olan insan, tilki gibi düşkünleşip yemeğini başkasından beklerse, köpekler bile ondan üstün olur. Hadi durma, çalış, çabala, hem ye, hem yedir.
Bu hikâyeyi okuyunca aklıma Voltaire'in aşağıda özetlediğim Candide adlı kitabı geldi.
Bir krallıkta sarayın prensleri kendi ülkelerinde bulamadıkları mutluluğu, ülke ülke gezip ararlar. Savaşlar görürler, taciz tecavüz, talan ve yağmalara tanık olurlar. Her gittikleri yerde ölüm, acı gözyaşı, yoksulluk içinde hüzün dolu mutsuz insanlarla karşılaşırlar. Sonunda İstanbul’a gelirler. Kentin kenar mahallerinde dolaşırken tek katlı bahçeli mütevazı bir evinin önünde oturan iki yaşlı görürler. Huzurlu ve mutlu oldukları yüzlerinden okunan iki yaşlı karı kocaya selam verirler. Yaşlı çift, bu yorgun bezgin durumdaki gezginleri evlerine davet ederler. Hemen sofra kurarlar bu bitkin ve perişan bu insanlarını karınlarını doyurulurlar, çay ikram ederler.
Bütün Avrupa’yı gezip, bulamadıkları güler yüzlü insan sıcaklığı karşısında, "Biz bütün Avrupa’yı gezdik, birçok insan gördük sizin gibi huzurlu olanı görmedik, bu mutlu halin sırrı nedir" diye sorarlar. Yaşlı adam, "Evimizin önünde gördüğünüz şu bahçe ve bahçenin toprağını ellerimizle işler, diker, emek ve sevgiyle meyve, sebze üretir, hasat eder, geçimimizi sağlar, karnımızı doyururuz. Fazlasını da diğer insanlarla paylaşırız.
Biz mutluysak bunu toprağa ve harcadığımız emeğe borçluyuz, başkaca sırrı yok. “der.
Mutluluğun sırrı, yukarıda iki hikayede de ifade edildiği gibi üretmek ve paylaşmak mı ne ?
Kendi öz kaynaklarını üretimin dışına iten, halkın hizmetine sunamayan bir siyasi irade, tilki gibi düşkünleşip yemeğini başkasından beklerse, ne mi olur?
Mesut Karakoyunlu