Bir aile toplantısında Libya'ya asker gönderilmesini konuşmuştuk. Bu söyleşi sırasında çocukları askerde olanlar sessiz kalıyor, sanırım yanlış anlaşılmaktan korkuyorlardı. Muhalif bir laf söyleseler, aramızda bir hain ve diyecekler de vardı. Bunlardan asker gönderilmesinden yana olan bir tanıdık, "Libya neresi Türkiye neresi" soruma şöyle yanıt vermişti:
-Neresi olacak, bak haritaya, tam Antalya'nın karşısında iki adım ötede..
2000 km'lik mesafeyi iki adıma düşüren mantık,
Neden asker gönderilmesini savunmasın ki..sustum, bu sığlığa bir şey söyleyemedim.
Bu arada aklıma 1950 yılında Kore'ye gönderilen Türk askerler geldi.
Bilirsiniz bizde bu askerler o gün bugün Koreli lakabıyla anılırlar.
70'li yıllarda söyleşi yaptığım birçok Koreli oldu.
Kore'ye savaşa gönderilenlerin çoğu gitmeden önce Kore'nin nerede olduğunu bile bilmediğini, hatta Türkiye topraklarının parçası olduğunu sandıklarını kendilerinden dinledim.
Trenlerle İskenderun’a getirilen askerlerimiz, gemilerle Kore’ye doğru yola çıkarlar. Bu durumu bir Koreli şöyle anlattı:
- Denize açıldık. Biz sanıyorduk ki bir iki günde topraklarımızı işgal eden düşmanlarla savaşacağız. Kara görmeden haftalarca gökle deniz arasında yolculuğumuz sürdü. Karaya indiğimizde, dilimizi konuşmayan insanlar gördük. Meğer biz başka bir ülkeye gelmişiz.
Cepheye sürüldüğümüzde, düşman düşmandır dedik kahramanlar gibi savaştık. Bizim ölümüne savaştığımızı gören yabancı cephe komutanı, en zorlu cephelere bizim askerleri sürmeye başladı. Ölüyorduk, öldürüyorduk, komutanlarımızdan övgü alıyorduk.
Aslında öldürdüklerimizle ölen arkadaşlarımız arasında hiç fark yoktu, hepsi de insandı. Anaları, babaları, eşleri çocukları vardı, tıpki bizler gibi...
Savaş o kadar acımasızdı ki, insani konularda derinlemesine düşünmemize fırsat vermiyordu.
Biz de savaşta yaşadıklarımızı, kaç düşman öldürdüğümüzü, zor durumlardan nasıl kurtulup hayatta kalma becerisi gösterdiğimizi, kısaca; kahramanlıklarımızı anlatıp vicdanımızı susturuyorduk.
Konuştuğum bir birçok Koreli aynı şeyleri anlattı. Bir tanesi ; "Siz hiç Kore'ye hem de gönüllü olarak neden gittiğini sorgulayan bir Koreli gördünüz mü?" dedi.
-Görmedim, dedim.
-Sorgulamaz tabi dedi. Sorgularsa, binlerce km uzaklıkta, tanımadığı, ülkesi ve kendisiyle hiçbir husumeti olmayan kişilerin düşmanı değil insan olduğunu görür, vicdanına hesap veremez. Vicdanına hesap vermekten kaçtığı için de kahramanlık anılarını anlatarak kendilerini avuturlar.
Bu konuşmaları dinledikten sonra, karşılaştığım her Koreliye anılarını anlatmasını söyledim. Hemen hemen hepsi düşmanla nasıl savaştığını, bizim askerlerin düşman cephelerini nasıl yardığını, tuzaklardan nasıl kurtulduklarını o günleri yaşar gibi anlattılar.
Konuşmaları bittikten sonra hepsine aynı soruyu sordum; "Kore nere Türkiye nere, düşman diye savaştığınız insanları tanımıyorsunuz, sizi ve ülkenizi tehdit etmeyen insanları öldürmek için neden Kore'ye gittiniz? Kimin için ve ne amaçla savaştınız?"
Bu soruyu yönelttiklerimin hemen hemen hepsinin, durup, düşünüp biraz da suçluluk duygusuyla verdiği yanıt aynıydı:
- He ya! Biz Kore'ye neden gittik, düşman denilen ama hiç tanımadığımız insanları kendi ülkelerinde neden öldürdük, bizim olmayan yabancı topraklarda neden ve kimin için öldük, yaralandık, sakat kaldık?
Yarın Suriye topraklarında, Libya çöllerine, iç savaşın bir tarafı olarak gönderilen askerlerimizin böyle bir soru karşısında verecekleri yanıt farklı olur mu? Ne dersiniz?
Mesut Karakoyunlu