Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
Köşe Yazarı
Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
 

SADAKAT,İTAAT VE BİAT KÜLTÜRÜ DEMOKRASİ ÜRETEMİYOR.. NEDEN?

15 Temmuz akşamı Türkiye akıl almaz bir darbe girişimine tanık oldu. Düşman kuvvetleri gibi kendi halkı üzerine ateş açan, TBMM’ yi ve bazı kurum binalarını bombalayan gözü dönmüş çetenin darbe girişimi, darbe karşıtı olan siyasi ve sivil tüm kurumların hukuk ve demokrasi ittifakından güç alan halk desteği ile önlendi. Böyle bir çılgınlığı darbeye dönüştüren Fethullahcı çete, nasıl bir zihni yapıyla bu eyleme girişmiş olabilir? Bu soruya yanıt olabilir mi bilemiyorum ama yıllar önce dinlediğim bir tanıklık üzerinden konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışacağım. Yanılmıyorsam 2006 yılıydı. Finike’de, Ekin Eczanesi’nin önünde, dar sokaktaki palmiyelerin gövdelerini kollarıyla birbirine bağlayan arsız sarmaşığın gölgelediği mekanda ahşap bir masa ve etrafındaki taburelere oturmuş sohbet ediyorduk. Zaman zaman, farklı düşüncelerden bazı dost, tanıdık ve arkadaşların etrafında buluştuğu, tartışıp konuştuğu, yaşadıklarını paylaştığı, bu ahşap masaya demokrasi kürsüsü adını takmıştık. Masamızın o günkü gündemi: “F. Gülen yapılanması, hizmet hareketi mi yoksa devleti ele geçirme hedefi olan bir örgüt mü” sorusu idi. Bu konu tartışılırken, masamıza gelen Köy Enstitüsü mezunu emekli öğretmen Mustafa G. yaşlılığın verdiği halsizlik ve yorgunlukla zorlanarak oturduğu taburede soluklanırken konuşmaları da dikkatle izliyordu. Gülen Hareketinin gizemli ve şüphe uyandıran yapısına rağmen AKP iktidarından aldığı o muhteşem destek, bu yapının meşruluğu konusundaki konuşmacıların kaygılarını, tehlike boyutuna taşımayı engelliyordu. Çünkü; o günlerde, devlet içinde ekonomiden eğitime, yargıdan orduya, hayatın her alanında varlığını hissettirmeye başlayan bu yapının karşısında olmak gayrı meşruluğu çağrıştırıyordu. Tartışmalarda bu tabloyu gören Mustafa Öğretmen, biraz soluklanıp kendine geldikten sonra “Çocuklar dinleyin beni” dedi ve eski bir öğrencisiyle yaptığı aşağıdaki konuşmayı anlatmaya başladı: “Yıllar önce sınıf öğretmenliğini yaptığım zeki bir öğrencim vardı. İleride çok iyi yerlere geleceğini o günden gördüğüm bu öğrencim, hukuk okuyup yargıç olmuştu. Daha sonraki yıllarda, Yargıtay üyeliğine seçildiğini duydum. Böyle bir insanın yetişmesinde tuzum olduğu için çok gurur duydum. Geçenlerde tesadüfen, bu öğrencimle karşılaştık, ‘Yargıtay hakimi olmuşun, tebrik ederim seni.” dedim. Elime sarıldı öpmek istedi, öptürmedim elini sıktım. “Çor çocuk nasıl, ne yapıyorlar” dedim. “Henüz evlenmedim Hocam, Allah nasip ederse yakında evleniyorum” dedi. Geçkin yaşına rağmen evlenmemiş olmasına şaşırdım. “Nerden buldun kızı” dedim. “Ben bulmadım Hocam, bizim cemaat buldu” dedi. “Sizin cemaat hangisi” dedim. F. Gülen Hoca Efendinin cemaati” dedi. Millet adına karar verecek en üst makamda olan bir kişinin kendi yaşamıyla ilgili önemli bir kararı efendisine bırakması beni ülkem adına endişelendirdi. Bir cemaatin kararlarıyla yaşamına yön veren; aklını, vicdanını ve iradesini başkasına teslim eden kişi, millet adına hakka hukuka uygun karar verebilir mi?” Bu paylaşımdan sonra M. Öğretmen zorlukla oturduğu tabureden yardımla kalkarak, evine gitmek üzere yavaş ve halsiz adımlarla bizden ayrıldı. Demokrasi masamıza bomba gibi düşen Mustafa Öğretmenin ürkütücü sorusu, üzerine yapılan tartışmalarla şöyle bir soruya dönüştü: Yurttaş olmaktan çıkmış, itaat biat kültürü içinde mayalanmış; yaşamını, ilişkilerini, kamuda ve sivil alandaki görevlerini cemaatin karalarıyla yürüten bu insanlar, Hoca Efendisine sınırsız bağlılığın etkisiyle Cumhuriyete, demokrasi ve hukuka muhalif neler yapmaz ki!? Demokrasi ve hukuk çağrısıyla yollara dökülen kitleden yüzlerce masum insanın acımasız bir şekilde ölümüne neden olan, binlerce insanın yaşamını karartan, ülkeyi uçurumun kenarına getiren bu çağ dışı zihni yapının, çılgınca darbe girişimi.. 10 yıl önce ortaya atılan yukarıdaki kaygı yüklü sorunun yanıtı gibi değil mi? Küçük bir ilçede, halkı ve ülkesi adına duyarlılıklar taşıyan bir grup insan, demokrasi kürsüsü dedikleri küçük bir masada, ortaya koydukları kaygı ve soruyla bu günü 10 yıl önce görebildiler. Bunu gör(e)meyen bizi yönetenlerin bu çılgın yapıyla olan ilişkilerini ‘besle kargayı oysun gözünü’ noktasına kadar taşımalarındaki nedenleri ülke normalleştikten sonra sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gün, karşılıklı saygı içerisinde farklılıklara rağmen, tüm toplum kesimlerinin hukuka ve demokrasiye sahip çıkma günüdür. Çünkü bugün;ülkemizi ve halkımızı yeni ve daha büyük acılara sevk edebilecek eğilimi taşıyan yumuşak karınlarımızın çağdaş demokratik değerlerle onarım günüdür. Tecrübeyle sabit olan “SADAKAT,İTAAT VE BİAT KÜLTÜRÜ DEMOKRASİ ÜRETEMİYOR..” tespitinin doğruluğunu tekrar test etmeye kalkacak bir çılgınlığı yaşamamak dileğiyle hepimize geçmiş olsun!   Mesut Kararkoyunlu
Ekleme Tarihi: 30 Temmuz 2024 - Salı

SADAKAT,İTAAT VE BİAT KÜLTÜRÜ DEMOKRASİ ÜRETEMİYOR.. NEDEN?

15 Temmuz akşamı Türkiye akıl almaz bir darbe girişimine tanık oldu.
Düşman kuvvetleri gibi kendi halkı üzerine ateş açan, TBMM’ yi ve bazı kurum binalarını bombalayan gözü dönmüş çetenin darbe girişimi, darbe karşıtı olan siyasi ve sivil tüm kurumların hukuk ve demokrasi ittifakından güç alan halk desteği ile önlendi.
Böyle bir çılgınlığı darbeye dönüştüren Fethullahcı çete, nasıl bir zihni yapıyla bu eyleme girişmiş olabilir?
Bu soruya yanıt olabilir mi bilemiyorum ama yıllar önce dinlediğim bir tanıklık üzerinden konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.
Yanılmıyorsam 2006 yılıydı.
Finike’de, Ekin Eczanesi’nin önünde, dar sokaktaki palmiyelerin gövdelerini kollarıyla birbirine bağlayan arsız sarmaşığın gölgelediği mekanda ahşap bir masa ve etrafındaki taburelere oturmuş sohbet ediyorduk.
Zaman zaman, farklı düşüncelerden bazı dost, tanıdık ve arkadaşların etrafında buluştuğu, tartışıp konuştuğu, yaşadıklarını paylaştığı, bu ahşap masaya demokrasi kürsüsü adını takmıştık.
Masamızın o günkü gündemi: “F. Gülen yapılanması, hizmet hareketi mi yoksa devleti ele geçirme hedefi olan bir örgüt mü” sorusu idi.
Bu konu tartışılırken, masamıza gelen Köy Enstitüsü mezunu emekli öğretmen Mustafa G. yaşlılığın verdiği halsizlik ve yorgunlukla zorlanarak oturduğu taburede soluklanırken konuşmaları da dikkatle izliyordu.
Gülen Hareketinin gizemli ve şüphe uyandıran yapısına rağmen AKP iktidarından aldığı o muhteşem destek, bu yapının meşruluğu konusundaki konuşmacıların kaygılarını, tehlike boyutuna taşımayı engelliyordu.
Çünkü; o günlerde, devlet içinde ekonomiden eğitime, yargıdan orduya, hayatın her alanında varlığını hissettirmeye başlayan bu yapının karşısında olmak gayrı meşruluğu çağrıştırıyordu.
Tartışmalarda bu tabloyu gören Mustafa Öğretmen, biraz soluklanıp kendine geldikten sonra “Çocuklar dinleyin beni” dedi ve eski bir öğrencisiyle yaptığı aşağıdaki konuşmayı anlatmaya başladı:
“Yıllar önce sınıf öğretmenliğini yaptığım zeki bir öğrencim vardı. İleride çok iyi yerlere geleceğini o günden gördüğüm bu öğrencim, hukuk okuyup yargıç olmuştu. Daha sonraki yıllarda, Yargıtay üyeliğine seçildiğini duydum. Böyle bir insanın yetişmesinde tuzum olduğu için çok gurur duydum.
Geçenlerde tesadüfen, bu öğrencimle karşılaştık, ‘Yargıtay hakimi olmuşun, tebrik ederim seni.” dedim.
Elime sarıldı öpmek istedi, öptürmedim elini sıktım.
“Çor çocuk nasıl, ne yapıyorlar” dedim. “Henüz evlenmedim Hocam, Allah nasip ederse yakında evleniyorum” dedi. Geçkin yaşına rağmen evlenmemiş olmasına şaşırdım. “Nerden buldun kızı” dedim. “Ben bulmadım Hocam, bizim cemaat buldu” dedi. “Sizin cemaat hangisi” dedim. F. Gülen Hoca Efendinin cemaati” dedi.
Millet adına karar verecek en üst makamda olan bir kişinin kendi yaşamıyla ilgili önemli bir kararı efendisine bırakması beni ülkem adına endişelendirdi.
Bir cemaatin kararlarıyla yaşamına yön veren; aklını, vicdanını ve iradesini başkasına teslim eden kişi, millet adına hakka hukuka uygun karar verebilir mi?”
Bu paylaşımdan sonra M. Öğretmen zorlukla oturduğu tabureden yardımla kalkarak, evine gitmek üzere yavaş ve halsiz adımlarla bizden ayrıldı.
Demokrasi masamıza bomba gibi düşen Mustafa Öğretmenin ürkütücü sorusu, üzerine yapılan tartışmalarla şöyle bir soruya dönüştü:
Yurttaş olmaktan çıkmış, itaat biat kültürü içinde mayalanmış; yaşamını, ilişkilerini, kamuda ve sivil alandaki görevlerini cemaatin karalarıyla yürüten bu insanlar, Hoca Efendisine sınırsız bağlılığın etkisiyle Cumhuriyete, demokrasi ve hukuka muhalif neler yapmaz ki!?
Demokrasi ve hukuk çağrısıyla yollara dökülen kitleden yüzlerce masum insanın acımasız bir şekilde ölümüne neden olan, binlerce insanın yaşamını karartan, ülkeyi uçurumun kenarına getiren bu çağ dışı zihni yapının, çılgınca darbe girişimi.. 10 yıl önce ortaya atılan yukarıdaki kaygı yüklü sorunun yanıtı gibi değil mi?
Küçük bir ilçede, halkı ve ülkesi adına duyarlılıklar taşıyan bir grup insan, demokrasi kürsüsü dedikleri küçük bir masada, ortaya koydukları kaygı ve soruyla bu günü 10 yıl önce görebildiler.
Bunu gör(e)meyen bizi yönetenlerin bu çılgın yapıyla olan ilişkilerini ‘besle kargayı oysun gözünü’ noktasına kadar taşımalarındaki nedenleri ülke normalleştikten sonra sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü gün, karşılıklı saygı içerisinde farklılıklara rağmen, tüm toplum kesimlerinin hukuka ve demokrasiye sahip çıkma günüdür.
Çünkü bugün;ülkemizi ve halkımızı yeni ve daha büyük acılara sevk edebilecek eğilimi taşıyan yumuşak karınlarımızın çağdaş demokratik değerlerle onarım günüdür.
Tecrübeyle sabit olan “SADAKAT,İTAAT VE BİAT KÜLTÜRÜ DEMOKRASİ ÜRETEMİYOR..” tespitinin doğruluğunu tekrar test etmeye kalkacak bir çılgınlığı yaşamamak dileğiyle hepimize geçmiş olsun!
 
Mesut Kararkoyunlu
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seckinhabertv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.