Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
Köşe Yazarı
Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
 

YAŞADIKLARIMIZ TARİHSEL BİR TEKERRÜR MÜ NE?

  Bu yazımda, Tarih’i tekerrür’ diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”  diyen M. Akif Ersoy'un bu şiirinden esinlenerek tarihimizden bir kesit'i hikâye edeceğim. II. Abdülhamit, meşrutiyet sözü verdiği Jön Türkler tarafından tahta çıkartılır. 1786 yılında Meşrutiyetin ilanıyla, Osmanlı, o güne göre ‘ileri’ bir yönetim biçimine kavuşur. Bir şekilde seçilmiş mebusanlarla,  padişah tarafından atanmış âyanlardan oluşan parlamento, hükümdarın başkanlığı altında çalışmaya başlar. Bu sırada Osmanlı-Rus Savaşı sürmektedir. Bu savaştan Osmanlının ağır bir yenilgiyle çıkması sonucu parlamentoda çıkan tartışma, mebusanlarla âyanların birbirini suçlamasıyla günlerce devam eder. Bunu bahane eden II. Abdülhamit, yetkisini ortaya koyar, o güne göre ‘ileri’ bir yönetim biçimi olan meşrutiyetten vazgeçer ve bir daha açılmamak üzere meclisi dağıtır, mutlakıyet rejimine geri dönüş yapar. Öylece, “tek adam” yönetimi olan mutlakıyetle 30 yıl sürecek bir istibdat devri başlar. Bu süreçte düşman dışarıda değil, içeridedir artık…   Bu nedenle, Osmanlı tek ganimet kaynağı olan savaşlardan da uzun yıllar uzak durur.   Güvenlik ve duygusal nedenlerle Dolmabahçe Sarayı’nı terk eden Abdülhamit, daha korunaklı olan Yıldız Sarayı’na taşınmıştır. Bu dönemde Yıldız Sarayı siyasi yönetimin ana odağı haline gelmiştir.  1882'de Mithat Paşa ve Mahmut Celaleddin Paşa'nın idamına hüküm veren mahkeme, Yıldız Sarayı’nda gerçekleşmiş ve Saray aynı zamanda Yıldız Mahkemesi unvanını almıştır. Bu tarihten sonra Yıldız Sarayı, II. Abdülhamit'in despotik yönetim anlayışından dolayı bir korku ve dalavere merkezi olarak ünlenmiştir. Abdülhamit, zora ve baskıya dayanan bu yönetim anlayışını sürdürebilmek için başta matbuatın merkezi Babıâli olmak üzere, her yere adamlarını muhbir olarak yerleştirir, saçma sapan suçlamalarla dönemin güçlü gazetecilerini ve aydınlarını etkisiz hale getirirler. II. Abdülhamit’i çağrıştıran; yazılmış, çizilmiş ve de söylenmiş ne varsa, muhbirler tarafından taranır; yakıştırılan suç saraya bildirilir, güvenlik güçleri gereğini yerine getirir. Bu iş öyle bir noktaya taşınır ki;  ilgili ilgisiz kavram ve sözlerden hakaret ve padişah karşıtlığı üretilmeye başlanır, insanı hem güldüren hem şaşırtan gariplikler birbirini izler. Eşitlik, özgürlük, vatan, hasta, beynelmilel, kardeş, yıldız sözcükleri kullananlar; padişaha karşı ve onun saltanattan indirilmesini isteyenler olarak suçlanırlar, gözaltına alınıp, hapse atılılar. Coğrafi terim olarak “burun” kelimesini kullanmak ta yasak, çünkü Abdülhamit'in uzun burnu, alay edilebilir makul şüphesini taşıyor. Tahtakurusu, ‘tahtın kurusun’ anlamı çağrıştırdığından, padişaha beddua olarak kabul ediliyor ve yasaklanan kelimeler arasına giriyor. Abdülhamit dönemine ait, kayıtlara girmiş garip, garip olduğu kadar komik, daha onlarca yasak sıralamak mümkün. Benzer garip ve komiklikleri bugün de yaşar hale geldik mi ne? İnsan sormadan edemiyor; ‘bugün yaşadıklarımız tarihsel bir tekerrür mü’ diye…  M.Akif Ersoy'un ifadesiyle, “Ders alınsaydı tekerrür mü ederdi?” Mesut Karakoyunlu
Ekleme Tarihi: 24 Temmuz 2021 - Cumartesi

YAŞADIKLARIMIZ TARİHSEL BİR TEKERRÜR MÜ NE?

 

Bu yazımda,

Tarih’i tekerrür’ diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”  diyen M. Akif Ersoy'un bu şiirinden esinlenerek tarihimizden bir kesit'i hikâye edeceğim.

II. Abdülhamit, meşrutiyet sözü verdiği Jön Türkler tarafından tahta çıkartılır.

1786 yılında Meşrutiyetin ilanıyla, Osmanlı, o güne göre ‘ileri’ bir yönetim biçimine kavuşur.

Bir şekilde seçilmiş mebusanlarla,  padişah tarafından atanmış âyanlardan oluşan parlamento, hükümdarın başkanlığı altında çalışmaya başlar.

Bu sırada Osmanlı-Rus Savaşı sürmektedir.

Bu savaştan Osmanlının ağır bir yenilgiyle çıkması sonucu parlamentoda çıkan tartışma, mebusanlarla âyanların birbirini suçlamasıyla günlerce devam eder.

Bunu bahane eden II. Abdülhamit, yetkisini ortaya koyar, o güne göre ‘ileri’ bir yönetim biçimi olan meşrutiyetten vazgeçer ve bir daha açılmamak üzere meclisi dağıtır, mutlakıyet rejimine geri dönüş yapar.

Öylece, “tek adam” yönetimi olan mutlakıyetle 30 yıl sürecek bir istibdat devri başlar.

Bu süreçte düşman dışarıda değil, içeridedir artık…

 

Bu nedenle, Osmanlı tek ganimet kaynağı olan savaşlardan da uzun yıllar uzak durur.

 

Güvenlik ve duygusal nedenlerle Dolmabahçe Sarayı’nı terk eden Abdülhamit, daha korunaklı olan Yıldız Sarayı’na taşınmıştır.

Bu dönemde Yıldız Sarayı siyasi yönetimin ana odağı haline gelmiştir.

 1882'de Mithat Paşa ve Mahmut Celaleddin Paşa'nın idamına hüküm veren mahkeme, Yıldız Sarayı’nda gerçekleşmiş ve Saray aynı zamanda Yıldız Mahkemesi unvanını almıştır.

Bu tarihten sonra Yıldız Sarayı, II. Abdülhamit'in despotik yönetim anlayışından dolayı bir korku ve dalavere merkezi olarak ünlenmiştir.

Abdülhamit, zora ve baskıya dayanan bu yönetim anlayışını sürdürebilmek için başta matbuatın merkezi Babıâli olmak üzere, her yere adamlarını muhbir olarak yerleştirir, saçma sapan suçlamalarla dönemin güçlü gazetecilerini ve aydınlarını etkisiz hale getirirler.

II. Abdülhamit’i çağrıştıran; yazılmış, çizilmiş ve de söylenmiş ne varsa, muhbirler tarafından taranır; yakıştırılan suç saraya bildirilir, güvenlik güçleri gereğini yerine getirir.

Bu iş öyle bir noktaya taşınır ki;  ilgili ilgisiz kavram ve sözlerden hakaret ve padişah karşıtlığı üretilmeye başlanır, insanı hem güldüren hem şaşırtan gariplikler birbirini izler.

Eşitlik, özgürlük, vatan, hasta, beynelmilel, kardeş, yıldız sözcükleri kullananlar; padişaha karşı ve onun saltanattan indirilmesini isteyenler olarak suçlanırlar, gözaltına alınıp, hapse atılılar.

Coğrafi terim olarak “burun” kelimesini kullanmak ta yasak, çünkü Abdülhamit'in uzun burnu, alay edilebilir makul şüphesini taşıyor.

Tahtakurusu, ‘tahtın kurusun’ anlamı çağrıştırdığından, padişaha beddua olarak kabul ediliyor ve yasaklanan kelimeler arasına giriyor.

Abdülhamit dönemine ait, kayıtlara girmiş garip, garip olduğu kadar komik, daha onlarca yasak sıralamak mümkün.

Benzer garip ve komiklikleri bugün de yaşar hale geldik mi ne?

İnsan sormadan edemiyor; ‘bugün yaşadıklarımız tarihsel bir tekerrür mü’ diye…  M.Akif Ersoy'un ifadesiyle,

“Ders alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Mesut Karakoyunlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seckinhabertv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.